Güneş
batalı iki saat oldu. 1913 yılının bu
ılık Mayıs gecesinde Saroz Körfezi alabildiğine sakin. Denizin sessizliği, sanırsın Ağustos
böceklerini daha da yüreklendirip daha üst perdeden çığırtmalarına neden
oluyor. Suyun dalga bile sayılmayacak
yaylanması sahili yaladıkça minik çakılların hışırtısı duyuluyor. Limnili dokuz Rum balıkçı Baklaburnu’nun batı
kıyısındaki elli altmış adımlık daracık kumsalın ucundaki mağaranın kuytusuna
sokulmuşlar alçak sesle konuşuyorlar.
Tuzlu
deniz suyu ile çevrili bu oldukça çorak yarımadanın ucundaki ufacık mağarada
bir tatlı su pınarının bulunması Gelibolulu Rum ahaliye göre bir mucize
sayılıyor. Eskiden beri burası bir
ayazma olarak kabul edilir, Hamsin ve Paskalya yortularında Rumlar’ın büyük bir
bölümü burayı ziyaret eder, piknik yapar ve dileklerde bulunurdu.
Limnili
balıkçılar zaman zaman konuşmalarını kesip burnun bir kaç yüz metre açığından
geçen yunusların su yüzüne çıktıklarında nefes alma seslerini dinliyorlar. Ayın doğmasına daha bir saatten fazla var.
Balıkçılar bu gece Baklaburnu’na balık tutmaya gelmediler. Biraz daha tehlikeli ama çok daha karlı bir
iş yapmaya niyetliler. Bu gece onlar
birer korsan. Ay doğarken, kayıkları ile
burnun kuzey tarfında uzanan kumsala çıkıp oraya getirilmiş olan koyunları
kaçıracaklar.
Plana
göre, Gelibolulu ihtiyar Yorgo’nun öksüz torunu Stelyo herşeyi ayarlayacak. İbrahim
Mazhar Bey’in çiftliğinde çalışan çobanları iyi tanıyan Rum delikanlı Stelyo,
çobanlara Baklaburnu kumsalında bir alem yapmayı önerecek, bedeva şarap ve
Stelyo’nun getireceğini söyleyeceği Kıpti çengileri duyan çobanlar da, dünden
razı, yüzlerce koyunluk sürüyü kumsalın yakınına getirecek. Gece ilerleyip çobanlar içki ve eğlencenin
etkisi ile sızınca, korsanlar gizlendikleri yerden çıkıp getirdikleri üç
sandalla burnu dolanacak, kuzey tarafdaki kumsala çıkacak, orada bulunan koyunları
kucaklayıp kucaklayıp sandallara atacaklar.
Daha sonra da, kürek çekerek kıyıdan beş altıyüz metre açıkta bekleyen
takalara ulaşılacak, bucurgatlı ağlarla koyunlar sandallardan yüklenip takalara
aktarılacak ve korsanlar çalıntı hamuleleri ile Limni’ye kaçacaklar.
Planın
hayata geçirilmesinde kilit kişi olan Stelyo, on dokuz yaşında Gelibolulu bir
Rum delikanlı. İmbroz doğumlu olup otuz yıl önce Gelibolu’ya gelmiş, eski şarap
ustası dedesi Yorgo ile Hamzakoy yakınındaki kulübede yaşıyor. Çocukluğu
İbrahim Mazhar Bey’in Gelibolu’daki konağında, mahalle çeşmesinden su getirme,
arada sırada çarşıya öteberi almaya gönderilme gibi ayak işlerinde çalışarak
geçmiş. Konak sakinleri onu sever ve
korur, Mazhar Bey’in en büyük oğlu Hamdi ile çok iyi anlaşır sürekli kuş avına
giderlerdi. Güz geldiğinde, Gelibolu’nun
artık çok azalan Rum ahalisinin en yaşlılarından olan dedesi ile Mazhar Bey’in
Saroz kıyısındaki bağlarındaki işçilere katılır bağ bozumunda çalışırdı. Bey, Yorgo ile torununun ücretini hasat
ettikleri üzümlerin bir kısmını kendilerine vererek öderdi. Yorgo da bu kara üzümlerden şarap
yapardı. İyi de, Rum olmakla beraber
Müslüman dostu olan Stelyo bu korsanlık işine nasıl bulaştı?
Önce,
o sırada ülkeye hakim politik durumu hatırlamak lazım. O günlerde, Birinci Balkan Harbi biteli bir
yıldan biraz fazla olmuş. Bir zamanlar
Gelibolu nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturan Rumlar’ın pek çoğu İttihad ve
Terakki’nin teşvik ettiği yerel baskılardan bunalıp doğup büyüdükleri ve vatan
bildikleri toprakları terk edip Yunanistan’a göçmüş. Balkan Savaşı sonrası Makedonya’yı nasıl
kaybettik ise, Trakya’yı, hatta Batı Anadolu’yu da gayrımüslim ahalinin ayaklanması sonucu
kaybedebileceğimizden korkuluyor, bu nedenle gayrı resmi de olsa, azınlıklar
üzerinde baskı uygulanıyor. Sonunda, yerleşik
Rum, Yahudi ve Ermeniler’in çok büyük bir bölümü ülkeyi terk etmiş. Buna karşılık, bir taraftan Osmanlı’nın eski
gücünü yitirmiş olmasını fırsat bilen, bir taraftan da Balkanlar’daki
bağımsızlık hareketlerinin rüzgarını arkasına alan ayrılıkçı örgütler kurulmaya
ve hareketlenmeya başlamış. Bu sıkıntılar
yetmiyormuş gibi, Osmanlı’nın kontrolünün zayıfladığı Ege Adaları ve Batı
Trakyadaki azınlık kökenli bir takım fırsatçılar da ülkenin yerel kolluk güçlerinin
başını ağrımaya başlamışlar.
Şimdi
de anlattığımız olaydan iki hafta önce Gelibolu’da kurulmuş panayıra gitmemiz
gerekiyor. O yıllarda, bu gün (2016)
Pazar Yeri olarak anılan mevkide, geniş bir açık alan bulunuyordu ve yazın bir
kaç kez burada Gelibolu Panayırı kurulurdu.
O gün Stelyo, gönlünü kaptırdığı Bolayırlı Fatma ile karşılaşma umudu
ile panayıra gelmişti. Her ne kadar o
yıllarda Müslüman kadınlar evlerinden çıkıp çarşıda pazarda pek dolaşmazlardı
ama Fatma, o sıralarda yeni yeni gelmeye
başlayan göçmen ailelerden birinin kızı idi.
Babası zaten Drama’dan yola çıkmadan ölmüş, ağabeyleri de Balkan
savaşından dönememişlerdi. Anası hasta
olduğundan iki küçük kardeşine bakabilmek için evde yaptıkları pekmez, tulum
peyniri ve ekşimikleri panayır olduğunda komşularının öküz arabasına yükler
Gelibolu’ya inerdi. Stelyo, Fatma’yı ilk
gördüğünde, baş örtüsünün altından taşan mısır pükülü sarı saçlarına ve zümrüt
gözlerine vurulmuştu. Fatma ve ürünlerini getiren öküz arabası hamamın
üstündeki yan sokakta durur, sokağın ağzına da Fatma’nın komşusu Rüstem Aga’nın
tezgahı kurulurdu. Fatmacık da o tezgahın
en ucunda iki üç karışlık bir bölmeye kendi mallarını dizer müşteri
beklerdi.
Stelyo hamama doğru ilerlerken bir el arkadan omzuna dokundu. Arkasına döndüğünde çoktandır görmediği
çocukluk arkadaşı Mavra’yı gördü. “Ya su
vre Stelyo”. Stelyo, biraz şaşkın, “Ya
su vre Mavra.. Nerden çıktın vre?”.
“Limni’ye amcamların yanına göçtük ya, orada yaşıyoruz artık”. Mavra, Stelyo’yu kolundan kavrayıp
kalabalıktan uzakça bir köşeye çekti.
“Bana bak Stelyo, fazla vaktim yok, onun için dikkatli dinleyesin”. Sonra devam etti, “Kaptan Kara Yannis’i
hatırlarsın?” Stelyo, Yannis’i
hatırladı. Beş altı yıl önceye kadar
dedesine lakerdalık torik getiridi.
Nedense dedesi Yannis’den pek haz etmezdi. “Kaptan artık balıkçılık yapmıyor. Kavala ve Komitini’nin kıyı köylerinden koyun
topluyor. Müslüman köylerinden.” diye
anlattı Mavra ve devam etti, “Anlarsın ya, beş para vermeden”. Stelyo lafın nereye geleceğini merak etmeye
başladı. Mavra fazla uzatmadı ve Kara Yannis’in
iki hafta sonra iki üç kayık ve tayfaları ile Baklaburnu kumsalına gelip
İbrahim Mazhar Bey’in koyunlarını kaçıracağını, Stelyo’nun Mazhar Bey’in
çobanlarını iyi tanıdığını bildiğini, çobanları kandırıp sürüyü kumsala
getirmesini istediğini anlattı. Stelyo
itiraz edecek oldu ancak Mavra, Yannis’in bu işi çok iyi planladığını,
Stelyo’nun Bolayırlı Fatma’ya olan zaafını da öğrendiğini, isteneni yapmaz ise bir
yolunu bulup kıza zarar vereceğini söyledi. Mavra, planın ayrıntılarını
görüşmek üzere Limnili iki balıkçı ile bir hafta sonra tekrar geleceğini
bildirip Stelyo’nun iyi düşünmesini tembih etti ve kalabalığa karışıp
uzaklaştı.
O
akşam ihtiyar Yorgo torununun şaşkın, çaresiz ve ümitsiz durumunu hemen sezdi
ve biraz sıkıştırınca durumu öğrendi.
“Vre nankör köpekler” diye öfkelendi yaşlı adam. Sonra, Stelyo’yu
karşısına oturtup anlatmaya başladı. “Barbarossa
Hayrettin’i bilirsin değil mi? İşte, bir
gün Barbarossa Sultan Süleyman’ın donanmasının başında seferden dönüyor. Yanında, Fransa’nın güneyinden getirdiği yeni
gözdesi Kalyopi var. Donanma Çanakkale
boğazına yaklaşırken aniden yaman bir fırtına kopuyor ve İmbroz’un korunaklı
koylarından birine sığınmak zorunda kalıyor. Bu sırada güzel Kalyopi hastalanıp
ölüyor. Barbarossa Paşa cenazeyi adaya
çıkarttırıyor ve adalılardan sevdiği kadının Hristiyan dininin gereklerine
uygun bir şekilde defnedilmesini istiyor.
Adanın Rum ahalisi sürmekte olan berbat fırtınaya ragmen Kalyopi için
görkemli bir cenaze düzenliyorlar.
Gösterilen ilgiden çok memnun kalan kaptan paşa İstanbul’a vardığında
olayları padişaha anlatıyor. Süleyman
da, çok değer verdiği kaptanpaşasını bu denli sevindiren ada halkını
ödüllendirmek için adanın büyük bir bölümünün topraklarını ‘padişah tapusu’ ile
İmbrozlular’a dağıtıyor.” Yorgo durdu ve
kendisini dikkatle dinleyen torununa baktı.
Sonra devam etti, “İşte İmbroz’da bana babamdan, ona da atalarından
kalan bağlar o padişah tapulu topraklardandır.
Kuşaklarca o bağları dilediğimiz gibi işledik, şarabımızı yaptık ve
sattık, ailemizi refah içinde yaşattık. İnançlarımız
farklı olduğu ve idare kendilerinde olduğu halde Müslüman komşularımızdan baskı
görmedik. Gelibolu’ya göçtükten sonra da
yine bir Türk ve Müslüman beyin himayesinde yaşadık. Ondandır ki, beyin mallarına bizim soyumuzdan
birinden bir zarar gelmeyecek”. Yorgo
bunları söyledikten sonra Stelyo’ya ne yapacağını uzun uzun ve ayrıntılı olarak
anlattı.
Şimdi
tekrar öykünün başladığı geceye dönelim.
Korsanlar, planladıkları gibi ay yükselmeye başlayınca kayıklarına geçip
Baklaburnu’nu kuzeydoğuya doğru dolanmak üzere küreklere asıldılar. Tam burnun açığına gelip kumsala doğru
yöneleceklerdi ki burundaki kayaların üzerinden birisinin ıslık çalarak ve
bağırarak kendilerine seslendiğini duydular.
Yavaşlayıp buruna yaklaştılar. Ay
ışığında ancak seçilebilen kişi Rumca seslendi; “Vre barba Yannis, ben Stelyo.. Vre iş bozuldu. Çobanlardan biri boşboğazlık etmiş, Jandarma
haber almış. Koyunların arasına
yatmışlar sizi baklerler… Varın tez dönün.
Pusuya gidersiniz”.
Kara
Yannis öfkelendi. Ancak hemen dönmeyip
iki kayığı burunda bekletirken diğerini kumsala doğru gönderdi. Ay deniz yüzeyini iyice aydınlatmaya başlamıştı. Kayık kumsala yüz metre yaklaştığında kıyının
hemen gerisindeki kovalıktan bir düdük sesi duyuldu ve anında beş altı yerden
mavzer atışı başladı. Limnili korsanlar
derhal dönüp uzaklaşmaya başladılar. On
dakika kadar sonra kıyıdan bakıldığında, üç kayığın da yarım mil açıkta
bekleyen büyücek bir balıkçı takasına ulaştığı, kayıkların yedeğe alındığı ve
takanın yaşlı motorunu zorlayarak tam yol körfezin dışına doğru açılmaya
başladığı seçilebiliyordu.
Korsanlar,
gece vakti Baklaburnu’nun ucuna kadar gelip kendilerini jandarma pususundan
haberdar eden Stelyo’ya karşı minnettar kaldılar. İhtiyar Yorgo, olay gecesinden önce Stelyo’yu
jandarmaya göndermiş ve korsanların planını anlattırmıştı. Jandarma komutanı da daha sonra olanları
İbrahim Mazhar Bey’e aktardı. Bey, Yorgo’yu
konağına çağırdı. O gece iki yüz kadar
koyununu kurtaran, yaşlı ve emektar Rum’un torununu ödüllendirmek
istiyordu. Yorgo bu fırsatı da kaçırmadı
ve beye Stelyo’nun Bolayırlı Fatma’ya olan sevdasından söz etti. Bey, iki ayrı cemaatten olan bu gençlerin bir
araya gelmesinin zor fakat imkansız olmadığını düşünerek, Fatma’nın
Bolayır’daki evine kadar gitti ve genç kızı hasta annesinden istedi. Stelyo’nun kıza din değiştirme konusunda
baskı yapmayacağına kefil oldu. Hasta kadını
da Gelibolu’ya aldırıp daha iyi bakılmasını sağladı. İbrahim Mazhar Bey’in koyunlarının kurtulduğu
geceden bir ay sonra Fatma ile Stelyo’nun düğünü oldu. Mazhar Bey’in konağının bahçesinde yapılan
düğüne gelen çok sayıda Müslüman konuğun yanında Gelibolu’da kalan çok az
sayıdaki Rumlar’ın da hemen hepsi katıldı.
(Bu öyküm, Gelibolu Rüzgarı dergisinin Mart 2016 sayısında yayınlandı).