Monday, March 7, 2016

SAROZ'DA SAKİN BİR GECE


Güneş batalı iki saat oldu.  1913 yılının bu ılık Mayıs gecesinde Saroz Körfezi alabildiğine sakin.  Denizin sessizliği, sanırsın Ağustos böceklerini daha da yüreklendirip daha üst perdeden çığırtmalarına neden oluyor.  Suyun dalga bile sayılmayacak yaylanması sahili yaladıkça minik çakılların hışırtısı duyuluyor.  Limnili dokuz Rum balıkçı Baklaburnu’nun batı kıyısındaki elli altmış adımlık daracık kumsalın ucundaki mağaranın kuytusuna sokulmuşlar alçak sesle konuşuyorlar. 

Tuzlu deniz suyu ile çevrili bu oldukça çorak yarımadanın ucundaki ufacık mağarada bir tatlı su pınarının bulunması Gelibolulu Rum ahaliye göre bir mucize sayılıyor.  Eskiden beri burası bir ayazma olarak kabul edilir, Hamsin ve Paskalya yortularında Rumlar’ın büyük bir bölümü burayı ziyaret eder, piknik yapar ve dileklerde bulunurdu.

Limnili balıkçılar zaman zaman konuşmalarını kesip burnun bir kaç yüz metre açığından geçen yunusların su yüzüne çıktıklarında nefes alma seslerini dinliyorlar.  Ayın doğmasına daha bir saatten fazla var. Balıkçılar bu gece Baklaburnu’na balık tutmaya gelmediler.  Biraz daha tehlikeli ama çok daha karlı bir iş yapmaya niyetliler.  Bu gece onlar birer korsan.  Ay doğarken, kayıkları ile burnun kuzey tarfında uzanan kumsala çıkıp oraya getirilmiş olan koyunları kaçıracaklar. 

Plana göre, Gelibolulu ihtiyar Yorgo’nun öksüz torunu Stelyo herşeyi ayarlayacak. İbrahim Mazhar Bey’in çiftliğinde çalışan çobanları iyi tanıyan Rum delikanlı Stelyo, çobanlara Baklaburnu kumsalında bir alem yapmayı önerecek, bedeva şarap ve Stelyo’nun getireceğini söyleyeceği Kıpti çengileri duyan çobanlar da, dünden razı, yüzlerce koyunluk sürüyü kumsalın yakınına getirecek.  Gece ilerleyip çobanlar içki ve eğlencenin etkisi ile sızınca, korsanlar gizlendikleri yerden çıkıp getirdikleri üç sandalla burnu dolanacak, kuzey tarafdaki kumsala çıkacak, orada bulunan koyunları kucaklayıp kucaklayıp sandallara atacaklar.  Daha sonra da, kürek çekerek kıyıdan beş altıyüz metre açıkta bekleyen takalara ulaşılacak, bucurgatlı ağlarla koyunlar sandallardan yüklenip takalara aktarılacak ve korsanlar çalıntı hamuleleri ile Limni’ye kaçacaklar.

Planın hayata geçirilmesinde kilit kişi olan Stelyo, on dokuz yaşında Gelibolulu bir Rum delikanlı. İmbroz doğumlu olup otuz yıl önce Gelibolu’ya gelmiş, eski şarap ustası dedesi Yorgo ile Hamzakoy yakınındaki kulübede yaşıyor. Çocukluğu İbrahim Mazhar Bey’in Gelibolu’daki konağında, mahalle çeşmesinden su getirme, arada sırada çarşıya öteberi almaya gönderilme gibi ayak işlerinde çalışarak geçmiş.  Konak sakinleri onu sever ve korur, Mazhar Bey’in en büyük oğlu Hamdi ile çok iyi anlaşır sürekli kuş avına giderlerdi.  Güz geldiğinde, Gelibolu’nun artık çok azalan Rum ahalisinin en yaşlılarından olan dedesi ile Mazhar Bey’in Saroz kıyısındaki bağlarındaki işçilere katılır bağ bozumunda çalışırdı.  Bey, Yorgo ile torununun ücretini hasat ettikleri üzümlerin bir kısmını kendilerine vererek öderdi.  Yorgo da bu kara üzümlerden şarap yapardı.  İyi de, Rum olmakla beraber Müslüman dostu olan Stelyo bu korsanlık işine nasıl bulaştı?

Önce, o sırada ülkeye hakim politik durumu hatırlamak lazım.  O günlerde, Birinci Balkan Harbi biteli bir yıldan biraz fazla olmuş.  Bir zamanlar Gelibolu nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturan Rumlar’ın pek çoğu İttihad ve Terakki’nin teşvik ettiği yerel baskılardan bunalıp doğup büyüdükleri ve vatan bildikleri toprakları terk edip Yunanistan’a göçmüş.  Balkan Savaşı sonrası Makedonya’yı nasıl kaybettik ise, Trakya’yı, hatta Batı Anadolu’yu da  gayrımüslim ahalinin ayaklanması sonucu kaybedebileceğimizden korkuluyor, bu nedenle gayrı resmi de olsa, azınlıklar üzerinde baskı uygulanıyor.  Sonunda, yerleşik Rum, Yahudi ve Ermeniler’in çok büyük bir bölümü ülkeyi terk etmiş.  Buna karşılık, bir taraftan Osmanlı’nın eski gücünü yitirmiş olmasını fırsat bilen, bir taraftan da Balkanlar’daki bağımsızlık hareketlerinin rüzgarını arkasına alan ayrılıkçı örgütler kurulmaya ve hareketlenmeya başlamış.  Bu sıkıntılar yetmiyormuş gibi, Osmanlı’nın kontrolünün zayıfladığı Ege Adaları ve Batı Trakyadaki azınlık kökenli bir takım fırsatçılar da ülkenin yerel kolluk güçlerinin başını ağrımaya başlamışlar. 

Şimdi de anlattığımız olaydan iki hafta önce Gelibolu’da kurulmuş panayıra gitmemiz gerekiyor.  O yıllarda, bu gün (2016) Pazar Yeri olarak anılan mevkide, geniş bir açık alan bulunuyordu ve yazın bir kaç kez burada Gelibolu Panayırı kurulurdu.  O gün Stelyo, gönlünü kaptırdığı Bolayırlı Fatma ile karşılaşma umudu ile panayıra gelmişti.  Her ne kadar o yıllarda Müslüman kadınlar evlerinden çıkıp çarşıda pazarda pek dolaşmazlardı ama  Fatma, o sıralarda yeni yeni gelmeye başlayan göçmen ailelerden birinin kızı idi.  Babası zaten Drama’dan yola çıkmadan ölmüş, ağabeyleri de Balkan savaşından dönememişlerdi.  Anası hasta olduğundan iki küçük kardeşine bakabilmek için evde yaptıkları pekmez, tulum peyniri ve ekşimikleri panayır olduğunda komşularının öküz arabasına yükler Gelibolu’ya inerdi.  Stelyo, Fatma’yı ilk gördüğünde, baş örtüsünün altından taşan mısır pükülü sarı saçlarına ve zümrüt gözlerine vurulmuştu. Fatma ve ürünlerini getiren öküz arabası hamamın üstündeki yan sokakta durur, sokağın ağzına da Fatma’nın komşusu Rüstem Aga’nın tezgahı kurulurdu.  Fatmacık da o tezgahın en ucunda iki üç karışlık bir bölmeye kendi mallarını dizer müşteri beklerdi. 

 
Stelyo hamama doğru ilerlerken bir el arkadan omzuna dokundu.  Arkasına döndüğünde çoktandır görmediği çocukluk arkadaşı Mavra’yı gördü.  “Ya su vre Stelyo”.  Stelyo, biraz şaşkın, “Ya su vre Mavra.. Nerden çıktın vre?”.  “Limni’ye amcamların yanına göçtük ya, orada yaşıyoruz artık”.  Mavra, Stelyo’yu kolundan kavrayıp kalabalıktan uzakça bir köşeye çekti.  “Bana bak Stelyo, fazla vaktim yok, onun için dikkatli dinleyesin”.  Sonra devam etti, “Kaptan Kara Yannis’i hatırlarsın?”  Stelyo, Yannis’i hatırladı.  Beş altı yıl önceye kadar dedesine lakerdalık torik getiridi.  Nedense dedesi Yannis’den pek haz etmezdi.  “Kaptan artık balıkçılık yapmıyor.  Kavala ve Komitini’nin kıyı köylerinden koyun topluyor.  Müslüman köylerinden.” diye anlattı Mavra ve devam etti, “Anlarsın ya, beş para vermeden”.  Stelyo lafın nereye geleceğini merak etmeye başladı.  Mavra fazla uzatmadı ve Kara Yannis’in iki hafta sonra iki üç kayık ve tayfaları ile Baklaburnu kumsalına gelip İbrahim Mazhar Bey’in koyunlarını kaçıracağını, Stelyo’nun Mazhar Bey’in çobanlarını iyi tanıdığını bildiğini, çobanları kandırıp sürüyü kumsala getirmesini istediğini anlattı.  Stelyo itiraz edecek oldu ancak Mavra, Yannis’in bu işi çok iyi planladığını, Stelyo’nun Bolayırlı Fatma’ya olan zaafını da öğrendiğini, isteneni yapmaz ise bir yolunu bulup kıza zarar vereceğini söyledi. Mavra, planın ayrıntılarını görüşmek üzere Limnili iki balıkçı ile bir hafta sonra tekrar geleceğini bildirip Stelyo’nun iyi düşünmesini tembih etti ve kalabalığa karışıp uzaklaştı.

O akşam ihtiyar Yorgo torununun şaşkın, çaresiz ve ümitsiz durumunu hemen sezdi ve biraz sıkıştırınca durumu öğrendi.  “Vre nankör köpekler” diye öfkelendi yaşlı adam. Sonra, Stelyo’yu karşısına oturtup anlatmaya başladı.  “Barbarossa Hayrettin’i bilirsin değil mi?  İşte, bir gün Barbarossa Sultan Süleyman’ın donanmasının başında seferden dönüyor.  Yanında, Fransa’nın güneyinden getirdiği yeni gözdesi Kalyopi var.  Donanma Çanakkale boğazına yaklaşırken aniden yaman bir fırtına kopuyor ve İmbroz’un korunaklı koylarından birine sığınmak zorunda kalıyor. Bu sırada güzel Kalyopi hastalanıp ölüyor.  Barbarossa Paşa cenazeyi adaya çıkarttırıyor ve adalılardan sevdiği kadının Hristiyan dininin gereklerine uygun bir şekilde defnedilmesini istiyor.  Adanın Rum ahalisi sürmekte olan berbat fırtınaya ragmen Kalyopi için görkemli bir cenaze düzenliyorlar.  Gösterilen ilgiden çok memnun kalan kaptan paşa İstanbul’a vardığında olayları padişaha anlatıyor.  Süleyman da, çok değer verdiği kaptanpaşasını bu denli sevindiren ada halkını ödüllendirmek için adanın büyük bir bölümünün topraklarını ‘padişah tapusu’ ile İmbrozlular’a dağıtıyor.”  Yorgo durdu ve kendisini dikkatle dinleyen torununa baktı.  Sonra devam etti, “İşte İmbroz’da bana babamdan, ona da atalarından kalan bağlar o padişah tapulu topraklardandır.  Kuşaklarca o bağları dilediğimiz gibi işledik, şarabımızı yaptık ve sattık, ailemizi refah içinde yaşattık.  İnançlarımız farklı olduğu ve idare kendilerinde olduğu halde Müslüman komşularımızdan baskı görmedik.  Gelibolu’ya göçtükten sonra da yine bir Türk ve Müslüman beyin himayesinde yaşadık.  Ondandır ki, beyin mallarına bizim soyumuzdan birinden bir zarar gelmeyecek”.  Yorgo bunları söyledikten sonra Stelyo’ya ne yapacağını uzun uzun ve ayrıntılı olarak anlattı.

Şimdi tekrar öykünün başladığı geceye dönelim.  Korsanlar, planladıkları gibi ay yükselmeye başlayınca kayıklarına geçip Baklaburnu’nu kuzeydoğuya doğru dolanmak üzere küreklere asıldılar.  Tam burnun açığına gelip kumsala doğru yöneleceklerdi ki burundaki kayaların üzerinden birisinin ıslık çalarak ve bağırarak kendilerine seslendiğini duydular.  Yavaşlayıp buruna yaklaştılar.  Ay ışığında ancak seçilebilen kişi Rumca seslendi; “Vre barba Yannis,  ben Stelyo.. Vre iş bozuldu.  Çobanlardan biri boşboğazlık etmiş, Jandarma haber almış.  Koyunların arasına yatmışlar sizi baklerler… Varın tez dönün.  Pusuya gidersiniz”. 

Kara Yannis öfkelendi.  Ancak hemen dönmeyip iki kayığı burunda bekletirken diğerini kumsala doğru gönderdi.  Ay deniz yüzeyini iyice aydınlatmaya başlamıştı.  Kayık kumsala yüz metre yaklaştığında kıyının hemen gerisindeki kovalıktan bir düdük sesi duyuldu ve anında beş altı yerden mavzer atışı başladı.  Limnili korsanlar derhal dönüp uzaklaşmaya başladılar.  On dakika kadar sonra kıyıdan bakıldığında, üç kayığın da yarım mil açıkta bekleyen büyücek bir balıkçı takasına ulaştığı, kayıkların yedeğe alındığı ve takanın yaşlı motorunu zorlayarak tam yol körfezin dışına doğru açılmaya başladığı seçilebiliyordu.

Korsanlar, gece vakti Baklaburnu’nun ucuna kadar gelip kendilerini jandarma pususundan haberdar eden Stelyo’ya karşı minnettar kaldılar.  İhtiyar Yorgo, olay gecesinden önce Stelyo’yu jandarmaya göndermiş ve korsanların planını anlattırmıştı.  Jandarma komutanı da daha sonra olanları İbrahim Mazhar Bey’e aktardı.  Bey, Yorgo’yu konağına çağırdı.  O gece iki yüz kadar koyununu kurtaran, yaşlı ve emektar Rum’un torununu ödüllendirmek istiyordu.  Yorgo bu fırsatı da kaçırmadı ve beye Stelyo’nun Bolayırlı Fatma’ya olan sevdasından söz etti.  Bey, iki ayrı cemaatten olan bu gençlerin bir araya gelmesinin zor fakat imkansız olmadığını düşünerek, Fatma’nın Bolayır’daki evine kadar gitti ve genç kızı hasta annesinden istedi.  Stelyo’nun kıza din değiştirme konusunda baskı yapmayacağına kefil oldu.  Hasta kadını da Gelibolu’ya aldırıp daha iyi bakılmasını sağladı.  İbrahim Mazhar Bey’in koyunlarının kurtulduğu geceden bir ay sonra Fatma ile Stelyo’nun düğünü oldu.  Mazhar Bey’in konağının bahçesinde yapılan düğüne gelen çok sayıda Müslüman konuğun yanında Gelibolu’da kalan çok az sayıdaki Rumlar’ın da hemen hepsi katıldı.

(Bu öyküm, Gelibolu Rüzgarı dergisinin Mart 2016 sayısında yayınlandı).

No comments: