101 Yıl Önce
Bugün (25 Nisan 1915)
Arıburnu ve civarında 25 Nisan 1915 günü sabaha karşı başlayan ANZAK saldırısı, o bölgeyi tutmakla görevli 27nci Alay’a bağlı çok az sayıda Türk askeri tarafından karşılandı. Saat 05:00 sıralarında çıkartmadan haberdar olan 19uncu Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal, derhal, o sırada Bigalı köyü civarında yedekte bekliyen 57nci Alay’la beraber çıkarma bölgesine yöneldi. Alay, Yaklaşık 4 saatlik zorlu bir yürüyüşten sonra Arıburnu’na bakan sırtlara ulaştı. Yarbay Kemal, 57inci Alay’ın dinlendirilmesi ve doyurulması emrini verdikten sonra yanında tümen doktoru, tümen komutanı ve yağveri ile yürüyerek muharebe alanını daha iyi görebileceği bir noktaya doğru ilerlemeye başladı.
O noktaya yaklaştığında, önündeki bayırdan yukarı doğru çıkan, saatlerdir düşmana direndikten sonra cephaneleri kalmadığı için geri çekilen erlerle karşılaşır. Bunlar, 27nci Alay’dan sağ kalan son askerlerdir. Yarbay Mustafa Kemal, erleri durdurur. ‘Cephaneniz kalmadıysa, süngünüz var’ der ve süngü taktırdığı askerleri tekrar Ege Denizi’ne doğru çevirip yere yatırır. Türk askerlerinin peşinden ilerlemekte olan ANZAK kuvvetleri, Türklerin direnmek üzere tekrar mevzilendiklerini görünce, onlar da durur ve siper kazmaya başlarlar. İşte, Birinci Dünya Savaşı’nın ve anavatanımızın kaderini değiştiren an o andır. Yarbay Mustafa Kemal ünlü emrini o sırada verir; “Sizlere taaruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum. Bizler burada ölünceye kadar kazanacağımız zaman zarfında arkadaki birliklerimiz buraya yetişerek yerimizi alacaktır”. Gerçekten de, o anı ‘kader değiştiren an’ olarak tanımlamak basit bir hamaset örneği değildir. Mustafa Kemal gibi askeri dehası ve liderlik yeteneği bu kadar üst düzeyde olan genç bir komutanın cephenin o noktasında ve o sırada bulunmuş olmasını ‘muharebenin kaderini etkileyen olay’ olarak niteleyen, İngiliz tarafıdır.
Arıburnu bölgesindeki mücadele sekiz ay sürdü. İki taraf da birbirini yarinden söküp atmak için defalarca hasmının üzerine atıldı. O sekiz ay boyunca göğüs göğüse, gırtlak gırtlağa onlarca boğuşma yaşandı. Bu arada, başka muharabelerde pek duyulmayan, ihtimal hiç görülmeyen, bir şey oldu. İki taraf askerleri arasında, birbirlerinin kahramanlıkları karşısında anlaşılması zor ama mümkün olan bir saygı gelişti. Bu saygının örneklerini, bu mücadele ile ilgili olarak her iki tarafdan askerlerin kaleme almış olduğu anılarda bulmak mümkün.
Sonuç olarak, iki taraf da binlerce kayıp verdi. Sekiz ay süren o korkunç boğuşma boyunca, zaman zaman ileri ve geri, kazanç ve kayıplar yaşanmasına ragmen, 25 Nisan günü oluşan savunma hattı hemen hemen hiç değişmedi.
Bu sabaha karşı (25 Nisan 2016) çok sayıda Avustralyalı ve Yeni Zelandalı, her sene yaptıkları gibi, Arıburnu’nda toplandılar. Çoğu dün geceyi orada geçirdi. Binlerce kilometre öteden gelip 101 yıl önce orada ölen dedelerini andılar. Oradaki törenleri izleyen az sayıda Türk de vardı. Ayrıca, 57nci Alay’ın cepheye ulaşmak için yaptığı cebri yürüyüşü anmak için, aynı güzergahta, çoğu Türk gençelerinden oluşan bir grup aynı yürüyüşü yaptı. Ama yine de, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı dostlarımız bir yenilgiden bu kadar onur çıkarırken, muzaffer taraf olarak Gelibolu savunmasını şu anda yaptığımızdan çok daha çoşkulu ve çok daha farkındalıkla kutlamamız gerektiğini düşünmeden edemiyorum. Tarihimizin bu sayfasına daha güçlü sahip çıkmamızın neden gerekli olduğunu en iyi anlatanın büyük ozan Mehmet Akif Ersoy olduğunu düşünüyorum.
Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe”desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
"Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Mehmet Akif Ersoy
No comments:
Post a Comment