Sunday, April 24, 2016

"TANRI YARDIMCIMIZ OLSUN"

24 Nisan 2015



Gelibolu’nun yaklaşık 65 kilometre güneybatısında, 1912’ye kadar Osmanlı yönetiminde kalmış bir Ege adası; Limni. Havanın açık olduğu günlerde kıyılarından bakıldığında Kuzeyde Semandirek adasını, Gökçeada’yı ve Gelibolu’nun güney ucunu, kuzeybatıda ise Bozcaada ve hemen arkasında Anadolu’nun en batı uzantısı Kazdağları’nı görmek mümkün. Tarih içinde üzerinde yaşamış medeniyetlerin izlerini hala taşıyan ada, bölgenin mitolojisinde de önemli bir yere sahip. Daha çok, tanrılar arasında geçen savaşlar nedeni ile tanınıyor. Efsaneye göre baş tanrı Zeus, karısı Hera ile kavga ederken, oğlu Hephaistos annesinin tarafını tutmuş, buna kızan Zeus da oğlanı Olimpus dağının tepesinden savurup Limni adasına fırlatmış. Limni’de kayalara çarpan Hephaistos’un iki ayağı sakat kalmış. Hephaistos, daha sonra diğer tanrılar ve kahramanlar için demirden silahlar ve zırhlar üreten ateşler tanrısı oldu.

Mitolojide yukarıda sözünü ettiğim hikayelerle tanınan Limni, 1915 yılının Nisan ayına geldiğimizde, daha başka bir nedenle tekrar ünlendi. O yılın 18 Mart’ında Çanakkale Boğazı’nın girişinde Osmanlı topçuları karşısında acı bir yenilgi yaşamış olan Müttefik Kuvvetleri, donanmalarını Limni adasının Mondros limanına geri çektiler ve bir taraftan bu beklenmedik yenilginin şaşkınlığını atmaya çalışırken bir taraftan da Osmanlı topraklarına tekrar saldırmak üzere hazırlanmaya başladılar.

24 Nisan 1915 günü, Büyük Biritanya’nın kara kuvvetleri ve onları çıkarma noktalarına taşıyacak olan askeri ve sivil gemilerde ve kıyıdaki geçici barınaklarda toplanmış olan Avustralya, Britanya, Yeni Zelanda, Kanada, Fransa, Hindistan ve Mısır’dan gelen onbinlerce asker harekat gününü bekliyor. O akşam güneş batarken, İngiliz donanmasına bağlı onlarca savaş gemisi ve bir o kadar da sivil nakliye teknesi Limni’nin Mondros limanından demir alarak kuzey Ege’ye açılıyor. Hedefin Gelibolu yarımadasının kuzey batı kıyısındaki Kabatepe ve civarı olduğunu sadece bir avuç yüksek rütbeli zabitan biliyor. Bu etkileyici armadanın bir parçası olan ‘Californian’ adlı nakliye gemisi Avustralya Imparatorluk Kuvvetlerinin 4üncü Sahra Sıhhıye ve 15inci Dekovil İşletme Taburunu taşıyor. Gemide, normal hayvan taşıma kapasitesi olan 500 at yanında, normal insan taşıma kapasitesi 70 iken 500 asker var. Bu askerler, Avustralya’dan geliyorlar ve her biri orduya gönüllü olarak katılmış. Hatta aralarında, bu savaşçılara katılabilmek için türlü hilelerle yaşlarını büyütmüş onsekiz yaşının altında delikanlılar bile var. Bu gönüllü askerler arasında bulunan 28 yaşındaki 2063 yaka numaralı İstihkam Başçavuşu William Dalton Lycett, geminin güvertesinden kaptan köşküne çıkan merdivenin kuytusunda, merdivenin alt başını aydınlatan lambanın altında otururuyor. Lycett, memleketi Melbourne’dan ayrılalı tam tamına dört ay olduğunu düşünüyor. Parkasının iç cebinden günlüğünü çıkartıyor ve ülkesinden ayrıldığından beri hemen her akşam yaptığı gibi o gün yaşadıklarını, güverte lambasının soluk ışığı altında, kaydetmeye başlıyor.


“24 Nisan 1915.   Dün, 18 Mart’da Çanakkale boğazında batan ‘Ocean’ ve ‘Irresistable’ zırhlılarından kurtulan yirmi kadar İngiliz deniz eri, bizleri gemilerden kıyıya kadar taşıyacak tonbaz tekneleri kullanmak üzere birliğe katıldılar.  Bu sabah 05:30’da kalk borusu çaldı. Limni’den kruvazörler ve diğer nakliye gemileri ile beraber ayrıldık. ‘Queen Elizabeth’ ile diğer altı kruvazörün yanlarında yedi destroyerle beraber limandan çıkışları görülmesi gereken ve unutulmayacak bir manzara idi. Bu satırları akşam 22:30 civarında yazıyorum. Komutan, bir saate kadar çıkarma bölgesine ulaşacağımızı söyledi….  Tanrı yardımcımız olsun.”


Aynı saatlerde Gelibolu yarımadasında ve Çanakkale Boğazı’nın Anadolu yakasında, Türk kuvvetleri düşmanın olası saldırısına karşı tetikte bekliyor. Saldırının nereden geleceği hala belli olmadığından ve bir çıkarma harekatı için hiç uygun olmayan bir kıyı şeridi özelliğinden dolayı Arıburnu sırtlarını çok az sayıda asker tutuyor. İşte tam da bu bölgede, Gelibolu yarımadasının Ege Denizi'ne bakan batı kıyısında, Kabatepe ile Küçükkemikli burnu arasındaki 10 kilometreye yakın sahil şeridini savunma ile görevlendirilmiş Türk birlikleri özellikle tedirgin. Saldırı belki bu gece, belki önümüzdeki hafta içinde her hangi bir akşam başlayabilir.

O gece, 5inci Osmanlı Ordusu, 3üncü Kolordu, 9uncu Tümen, 27nci Alay, 2nci Tabur, 4üncü Bölükte görevli Yüzbaşı Faik Bey, Kabatepe’nin 13 km kadar kuzeyinde Arıburnu sırtlarında görevli. Hava gündüzleri oldukça ılık olmakla beraber güneş battıktan sonra ortalık bayağı serinliyor. Ayrıca, iki gündür süren şiddetli rüzgar da geceyi olduğundan daha soğuk hissettitiyor. Yüzbaşı, karargah başçavuşu ile sahile hakim tepelerden birinde önünde uzanan karanlık denizi izliyor. Tümen komutanı, gönderdiği son emir ile, gözetleme postalarının sahilin hemen yüz metre gerisinde yükselmeye başlayan tepelerde yerleştirilmesini istemiş. Sık fundalıklarla kaplı yamaçta gözcü neferler ellişer metre aralı bir hat boyunca dizilmişler. Yüzbaşı, sağ tarafında uzanan hafif düzlüğün diğer ucundaki gözcülerden birinin yanık bir Anadolu türküsü tutturduğunu duyuyor. Nöbette türkü çığırmak, normal zamanda yüzbaşının hoş göreceği bir şey değil. Ama karanlığın içinden kulağına kadar erişen ezginin kendi yüreğini de kabarttığını hissediyor. Rüzgar hafiflemeye başlamış olmakla beraber, gecenin ayazı hala ısırıyor. Çankırılı gözcü er Hamza, parkasının yakasını kaldırmış türküsüne devam ediyor.



Cezayirdir koçyiğidin vatanı yar yar heeey,                                                   

Aramazlar gurbet elde yiteni yar yar hey, yiteniii…

Ak gülün üstüne güller biter miii?

Ağla anam ayrılığın günüdür, canlar hey heeey, Cezayiiir Cezayiiir…

Babuna da deli gönül babunaa, yar yar heeey..

Koç yiğitler sığmaz oldu kabına yar yar hey, kabınaaaa….

Gider oldum yarenlerim darıldı yar yar,

Gitme deyi yar boynuma sarıldı, yar yar aman, sarıldııı,

Bizim kısmet yad ellere verildi,

Kısmetimi veren Hüda kerimdir, canlar hey heey,  Cezayiir Cezayiir. 

Eğer anam öldüğümü duyarsa, yar yar amaan,

Top top edip saçlarını yolarsaaa, yar yar heey, yolarsaa,

‘Benim oğlum nerde’ diye sorarsaa,

‘O arkadan geliyor’ deyiverin, canlar hey heeey, Cezayiiir, Cezayiiir..

Yüzbaşı Faik Bey dürbünü ile gittikçe sakinleşen Ege Denizi’nin karanlık ufkunu tararken yakınındaki başçavuşun duyabileceği şekilde mırıldanıyor; “Tanrı yardımcımız olsun”…..

Cihan Koru

No comments: