Tuesday, April 21, 2015

Neden Fotoğraf Çekiyorum?

(Kadıköy Maarif dergisinin ilkbahar 2015 sayısında yayınlanan yazım)



Amerikalı şarkıcı/şarkı-yazarı Jim Croce 1973 yılının Eylül ayında bir uçak kazasında hayatını kaybettiğinde, aslında bir yıl önce piyasaya çıkan ‘You Don’t Mess Around With Jim’ adlı albümde yer almış bulunan ‘Time in a Bottle’ adlı parçası birden ilgi görmeye başladı ve ertesi yıl da bu parça liste başı oldu.  O günlerde yaşadığım Ohio eyaletinde arabamın radyosunda onlarca kez o parçayı dinlerken, zamanı yakalayıp bir şişede saklama ‘mecaz-ı mürselinin’ ne kadar ilginç bir kavram olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum.  Fotoğraf çekmeyi sevmemin temel nedenlarinden biri de, benzer bir mantıkla, geçmişte kalmış olayları daha sonra tekrar anımsamak üzere kayda almak olarak düşündüğümden olsa gerek.
Zamanı durdurma, daha sonra tekrar yaşama, normalde unutularak solup gidecek anıları tekrar canlandırma, seni heyecanlandıran güzel ve ilginç cisim, kişi ve olayları başkaları ile paylaşabilme; sanırım, fotoğraf çekmeyi bu kadar popüler bir uğraşı kılan özelliklerin başında bunlar geliyor.

Bunun dışında, insan gözünün başaramadığı, çok hızlıyı, çok yavaşı ve çok küçüğü algılayabilme olanağı sunması da fotoğraf çekmeyi ilginç yapıyor.  Bir arı kuşunun saniyede 38 ila 78 kez kanat çırptığı söylenir.  Çok hızlı enstantenelere sahip fotoğraf makinaları bu hareketleri yakalamayı başarabiliyor.  Bir goncanın açıp tam teşkilatlı bir çiçek olması da çok yavaş bir süreç.  Bunu da hızlandırmak, belli aralıklarla çekilmiş münferit fotoğraf karelerinden yararlanılan ‘time-lapse’ tekniği ile mümkün.  Bir tek atomun gölgesini insan gözünün algılaması hayal bile edilemezken, bu iş, tahmin edileceği gibi çok özel bir düzenek kullanılarak da olsa, bir fotoğraf sayesinde başarılmış bulunuyor.
Bir fotoğraf, çekildiği anda kadrajın içine girmiş bulunan cisim veya yapıların fiziksel özellikleri yanında o anda yaşanmış duyguların da anımsanmasına aracı olabilir.  Diğer bir tanımlama ile, geçmişe açılan bir pencere olarak da kabul edebileceğimiz bir fotoğraf, geçmişle olan bağlarımızı pekiştirebilir. Bundan başka, çektiğimiz bir fotoğraf ile dünyayı nasıl algılayabildiğimizi de başkalarına gösterme olanağı bulabiliriz.

Yukarıdakilere benzer nedenlerle, fotoğraf çekmek, bazıları için solumak kadar gerekli olabilir. Böyle insanlar için fotoğraf çekmek, dinlediğimiz müzik, tercih ettiğimiz giysiler, seçtiğimiz arkadaşalar ve benimsediğimiz ahlaki değerler kadar bireyi benzersiz yapan özelliklerden biridir.  Diğer bir grup insan için ise, resim çekmek keyifli bir hobi, vakit geçirmek için güzel bir faaliyet olabilir. Hangi amaçla yapılırsa yapılsın, fotoğrafla uğraşmak, hemen her zaman, zevkle ve isteyerek yapılan bir iş olarak bilinir.
Resim çekmek, bazen birisine ‘bak birader, senin baktığında sana hiç bir şey ifade etmeyen sıradan nesneleri ben ne kadar ilginç bir şekilde görebiliyorum’ diyebilmenin keyfini de sunabilir.

Hani, ‘geçmişe açılan pencere olabilir’ dedik ya;  Bunu okuyanlardan bazılarının ‘kardeşim, benim geçmişle işim olmaz, ben şimdiyi yaşamaya odaklıyım’ dediklerini duyar gibiyim.  İyi de, ‘şimdi’ dediğin şeyin keyfini çıkarmanın bile önemli bir kısmı geçmişi anmak değil mi? Keyfi sürmekte olan bir sofrada “Oh be, ne biçim yedik yahu.. Küp gibi şiştim.. Ne lezzetli kebaptı o, kanka” derken, geçmişi övmüyor muyuz?
Doğal olarak her kamera sahibi kişi ‘fotoğrafçı’ olmuyor.  Paraya kıyıp güzel bir piyano alıp salonun baş köşesine yerleştirmek de adamı ‘piyanist’ yapmıyor.  O makinadan insanların para vereceği değerde bir görüntü çıkarabilmek için ‘profesyönel’ veya ‘sanatçı’ fotoğrafçı mertebesine erişmek gerekiyor ki, o başlı başına ayrı bir konu.

Ölüme çağre olmasa da, ‘yaratmak’ ve ‘arkada bir şey bırakmayı’ ölümsüzlüğe en fazla yaklaşan eylemler olarak kabul edebiliriz. ‘Değerli’, ‘işe yarar’ veya ‘ilgi çekebilir’ kalıcı birşeyler oluşturabilmenin en kestirme yollarından biri de fotoğraf çekmek olabiliyor.
Arşivden eski fotoğraflar bulup o resimdeki dostları şaşırtmayı da son derece keyif verici buluyorum.  Eski fotoğraflarını bulup gösterdiğim dostlarım ‘ahan da, nereden buldun bu fotoğrafı abi yaa?  O olayı tamamen unutmuşum. Ne güzel bir sürpriz oldu’ dediklerinde aldığım keyfi başka pek az şeyden alabilirim.

Şimdi benim bazen olur olmaz şeylerin fotoğrafını çektiğim de oluyor.  Çünkü benim kapasitesi sınırlı beynim, akıp giden yaşamda gözümün önünden geçen şeyleri anında analiz etmeyi pek beceremiyor.  O resmi daha sonra elime alıp veya bilgisayarımın ekranında açıp uzun uzun inceleyeceğim ki, resmi çektiğim anda farkına varmadığım bir dolu ayrıntıyı kavrayabileyim.
Tabii bir de, çektiği resimler sanat eseri olmasa bile fotoğraf çekme dürtüsü iliklerine işlemiş insanlar var.  Eminim, benim gibi sizin de bu tarife uyan akraba, dost veya arkadaşlarınız vardır. Böylelerini aşağıda sıraladığım durum ve davranışlarından kolayca tanıyabilirsiniz;

-          Fotoğraf albümleri çocuklarının, eşlerinin, ebeveynlerinin, diğer aile efradının, yakın dost ve arkadaşlarının, hatta uzaktan tanıdıkları insanların resimleri ile dolu olsa bile, bunların arasında kendi fotoğrafları yok denecek kadar az sayıdadır.

-          Diyelim son model yeni bir televizyon veya yeni bir araba alacaklar. Alınacak şeyin değerini, her hangi bir para biriminden ziyade, kaç adet Nikon D600 kameraya eşdeğer olduğu şeklinde hesaplarlar.

-          Stadda olsun televizyonda olsun, maç izlerken penaltılar sırasında gözleri sık sık kaleciden kayıp kale arkasındaki foto muhabirlerinin pahalı ekipmanlarına odaklanır.

-          Uçak seyahatlerinde kabine aldıkları el bagajları kargo bölümüne verdikleri valizden daha ağırdır.

-          Başkalarının gözünde itibarını yitirmiş, yıkılmış, dökülmüş, boyaları kalkmış eski binalar onlar için heyecan verici mekanlar, fotoğrafı çekilecek hazinelerdir.

-          Akılları bazen, göz kırpma hızlarının kameralarının hangi enstantane hızına eşdeğer olabileceği gibi tuhaf şeylere takılır.

-          Sahilde, ormanda veya herhangi başka bir ortamda dolaşırken, ilginç bir şey gördüklerinde, pek çok kez, ‘acaba farklı açıdan nasıl görünüyor’ diye başlarını yana yatırabilirler.

-          Araba ile sakin sakin yol alırken, az önce gördükleri ilginç şeyi fotoğraflamak için aniden yasal olamayan bir U dönüş yapabilirler.

-          Komşuları, bir süre sonra, ‘nasıl olsa bir çeken var’ diye çocuklarının fotoğraflarını çekmeye gerek kalmadığına karar verebilir.

-          Cep telefonları ile, ‘elde bir kayıt bulunsun’ diye çektikleri resimlerde bile muntazam kompozisyon kurallarından taviz vermezler.

-          Gün batımında güneşin son huzmelerinin oluşturduğu renk cümbüşünü, dolayısı ile oluşan fotoğraf fırsatını, kaçırmamak için tuvalet ihtiyaçlarını yarım saat erteleyebilirler.

-          ‘Her şeyi otomatik yapıyor, manuel ayarların sağladığı yaratıcı kontroldan mahrum bırakıyor’ diye, mecbur kalmadıkça, cep telefonu ile fotoğraf çekmezler.

-          Film izlerken zaman zaman anlatılan öyküden kopup, kendilerini sahnenin görüntü kompozisyonunu ve ışığın nasıl kullanıldığını analiz ederken bulurlar.

-          Fotoğraf makinesi ile yaklaştığını gören dostlarının, ‘saçımı başımı düzelteyim bari,  büyük ihtimalle yarın Facebook’dayım’ diye düşündüğü çok olur.

-          Kıyafetlerini yıkanmak üzere ayırırken, ceplerini control etmeyi ihmal etmezler.  Bunu, ‘acaba bozuk para bırakmış mıyım?’dan çok, ‘hafıza kartı falan kalmış olabilir mi?’ endişesi ile yaparlar.
 
Benimsenmiş bulunan bütün bu davranış biçimlerine rağmen, fotoğrafa gönül vermiş olanlarımızın çoğu için, resim çekerek hayatını kazanacak düzeyde profesyönel olabilmek tatlı bir hayalden öteye geçemiyor.  Bizler için fotoğraftan para kazanmanın tek bir yolu var diye düşünüyorum.  O da, ancak onca yatırım yaptığımız kameraları ve diğer malzemeleri, satış fiyatı konusunda fazla titzlenmeden, elden çıkarmakla mümkün görünüyor.
Fotoğraf çekmeye gönül vermiş olanların vizörlerine muhteşem görüntüler düşmesini diliyor, bu keyifli uğraşa henüz bulaşmamışlara da ‘deneyin, pişman olmazsınız’ diyorum.

Cihan Koru

No comments: