Neden Fotoğraf Çekiyorum?
(Kadıköy Maarif dergisinin ilkbahar 2015 sayısında yayınlanan yazım)
Amerikalı şarkıcı/şarkı-yazarı Jim Croce 1973 yılının
Eylül ayında bir uçak kazasında hayatını kaybettiğinde, aslında bir yıl önce
piyasaya çıkan ‘You Don’t Mess Around With Jim’ adlı albümde yer almış bulunan
‘Time in a Bottle’ adlı parçası birden ilgi görmeye başladı ve ertesi yıl da bu
parça liste başı oldu. O günlerde
yaşadığım Ohio eyaletinde arabamın radyosunda onlarca kez o parçayı dinlerken,
zamanı yakalayıp bir şişede saklama ‘mecaz-ı mürselinin’ ne kadar ilginç bir
kavram olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum.
Fotoğraf çekmeyi sevmemin temel nedenlarinden biri de, benzer bir
mantıkla, geçmişte kalmış olayları daha sonra tekrar anımsamak üzere kayda
almak olarak düşündüğümden olsa gerek.
Zamanı durdurma, daha sonra tekrar yaşama, normalde
unutularak solup gidecek anıları tekrar canlandırma, seni heyecanlandıran güzel
ve ilginç cisim, kişi ve olayları başkaları ile paylaşabilme; sanırım, fotoğraf
çekmeyi bu kadar popüler bir uğraşı kılan özelliklerin başında bunlar geliyor.
Bunun dışında, insan gözünün başaramadığı, çok hızlıyı,
çok yavaşı ve çok küçüğü algılayabilme olanağı sunması da fotoğraf çekmeyi
ilginç yapıyor. Bir arı kuşunun saniyede
38 ila 78 kez kanat çırptığı söylenir.
Çok hızlı enstantenelere sahip fotoğraf makinaları bu hareketleri
yakalamayı başarabiliyor. Bir goncanın
açıp tam teşkilatlı bir çiçek olması da çok yavaş bir süreç. Bunu da hızlandırmak, belli aralıklarla
çekilmiş münferit fotoğraf karelerinden yararlanılan ‘time-lapse’ tekniği ile
mümkün. Bir tek atomun gölgesini insan
gözünün algılaması hayal bile edilemezken, bu iş, tahmin edileceği gibi çok
özel bir düzenek kullanılarak da olsa, bir fotoğraf sayesinde başarılmış
bulunuyor.
Bir fotoğraf, çekildiği anda kadrajın içine girmiş
bulunan cisim veya yapıların fiziksel özellikleri yanında o anda yaşanmış
duyguların da anımsanmasına aracı olabilir.
Diğer bir tanımlama ile, geçmişe açılan bir pencere olarak da kabul
edebileceğimiz bir fotoğraf, geçmişle olan bağlarımızı pekiştirebilir. Bundan
başka, çektiğimiz bir fotoğraf ile dünyayı nasıl algılayabildiğimizi de
başkalarına gösterme olanağı bulabiliriz.
Yukarıdakilere benzer nedenlerle, fotoğraf çekmek,
bazıları için solumak kadar gerekli olabilir. Böyle insanlar için fotoğraf
çekmek, dinlediğimiz müzik, tercih ettiğimiz giysiler, seçtiğimiz arkadaşalar
ve benimsediğimiz ahlaki değerler kadar bireyi benzersiz yapan özelliklerden
biridir. Diğer bir grup insan için ise,
resim çekmek keyifli bir hobi, vakit geçirmek için güzel bir faaliyet olabilir.
Hangi amaçla yapılırsa yapılsın, fotoğrafla uğraşmak, hemen her zaman, zevkle
ve isteyerek yapılan bir iş olarak bilinir.
Resim çekmek, bazen birisine ‘bak birader, senin
baktığında sana hiç bir şey ifade etmeyen sıradan nesneleri ben ne kadar ilginç
bir şekilde görebiliyorum’ diyebilmenin keyfini de sunabilir.
Hani, ‘geçmişe açılan pencere olabilir’ dedik ya; Bunu okuyanlardan bazılarının ‘kardeşim, benim
geçmişle işim olmaz, ben şimdiyi yaşamaya odaklıyım’ dediklerini duyar gibiyim. İyi de, ‘şimdi’ dediğin şeyin keyfini
çıkarmanın bile önemli bir kısmı geçmişi anmak değil mi? Keyfi sürmekte olan
bir sofrada “Oh be, ne biçim yedik yahu.. Küp gibi şiştim.. Ne lezzetli kebaptı
o, kanka” derken, geçmişi övmüyor muyuz?
Doğal olarak her kamera sahibi kişi ‘fotoğrafçı’
olmuyor. Paraya kıyıp güzel bir piyano
alıp salonun baş köşesine yerleştirmek de adamı ‘piyanist’ yapmıyor. O makinadan insanların para vereceği değerde
bir görüntü çıkarabilmek için ‘profesyönel’ veya ‘sanatçı’ fotoğrafçı
mertebesine erişmek gerekiyor ki, o başlı başına ayrı bir konu.
Ölüme çağre olmasa da, ‘yaratmak’ ve ‘arkada bir şey
bırakmayı’ ölümsüzlüğe en fazla yaklaşan eylemler olarak kabul edebiliriz.
‘Değerli’, ‘işe yarar’ veya ‘ilgi çekebilir’ kalıcı birşeyler oluşturabilmenin
en kestirme yollarından biri de fotoğraf çekmek olabiliyor.
Arşivden eski fotoğraflar bulup o resimdeki dostları
şaşırtmayı da son derece keyif verici buluyorum. Eski fotoğraflarını bulup gösterdiğim
dostlarım ‘ahan da, nereden buldun bu fotoğrafı abi yaa? O olayı tamamen unutmuşum. Ne güzel bir sürpriz
oldu’ dediklerinde aldığım keyfi başka pek az şeyden alabilirim.
Şimdi benim bazen olur olmaz şeylerin fotoğrafını çektiğim
de oluyor. Çünkü benim kapasitesi
sınırlı beynim, akıp giden yaşamda gözümün önünden geçen şeyleri anında analiz
etmeyi pek beceremiyor. O resmi daha
sonra elime alıp veya bilgisayarımın ekranında açıp uzun uzun inceleyeceğim ki,
resmi çektiğim anda farkına varmadığım bir dolu ayrıntıyı kavrayabileyim.
Tabii bir de, çektiği resimler sanat eseri olmasa bile
fotoğraf çekme dürtüsü iliklerine işlemiş insanlar var. Eminim, benim gibi sizin de bu tarife uyan
akraba, dost veya arkadaşlarınız vardır. Böylelerini aşağıda sıraladığım durum
ve davranışlarından kolayca tanıyabilirsiniz;
-
Fotoğraf albümleri çocuklarının, eşlerinin,
ebeveynlerinin, diğer aile efradının, yakın dost ve arkadaşlarının, hatta
uzaktan tanıdıkları insanların resimleri ile dolu olsa bile, bunların arasında
kendi fotoğrafları yok denecek kadar az sayıdadır.
-
Diyelim son model yeni bir televizyon veya
yeni bir araba alacaklar. Alınacak şeyin değerini, her hangi bir para
biriminden ziyade, kaç adet Nikon D600 kameraya eşdeğer olduğu şeklinde
hesaplarlar.
-
Stadda olsun televizyonda olsun, maç izlerken
penaltılar sırasında gözleri sık sık kaleciden kayıp kale arkasındaki foto
muhabirlerinin pahalı ekipmanlarına odaklanır.
-
Uçak seyahatlerinde kabine aldıkları el
bagajları kargo bölümüne verdikleri valizden daha ağırdır.
-
Başkalarının gözünde itibarını yitirmiş,
yıkılmış, dökülmüş, boyaları kalkmış eski binalar onlar için heyecan verici
mekanlar, fotoğrafı çekilecek hazinelerdir.
-
Akılları bazen, göz kırpma hızlarının kameralarının
hangi enstantane hızına eşdeğer olabileceği gibi tuhaf şeylere takılır.
-
Sahilde, ormanda veya herhangi başka bir
ortamda dolaşırken, ilginç bir şey gördüklerinde, pek çok kez, ‘acaba farklı
açıdan nasıl görünüyor’ diye başlarını yana yatırabilirler.
-
Araba ile sakin sakin yol alırken, az önce
gördükleri ilginç şeyi fotoğraflamak için aniden yasal olamayan bir U dönüş
yapabilirler.
-
Komşuları, bir süre sonra, ‘nasıl olsa bir
çeken var’ diye çocuklarının fotoğraflarını çekmeye gerek kalmadığına karar
verebilir.
-
Cep telefonları ile, ‘elde bir kayıt
bulunsun’ diye çektikleri resimlerde bile muntazam kompozisyon kurallarından
taviz vermezler.
-
Gün batımında güneşin son huzmelerinin
oluşturduğu renk cümbüşünü, dolayısı ile oluşan fotoğraf fırsatını, kaçırmamak
için tuvalet ihtiyaçlarını yarım saat erteleyebilirler.
-
‘Her şeyi otomatik yapıyor, manuel ayarların
sağladığı yaratıcı kontroldan mahrum bırakıyor’ diye, mecbur kalmadıkça, cep
telefonu ile fotoğraf çekmezler.
-
Film izlerken zaman zaman anlatılan öyküden
kopup, kendilerini sahnenin görüntü kompozisyonunu ve ışığın nasıl
kullanıldığını analiz ederken bulurlar.
-
Fotoğraf makinesi ile yaklaştığını gören
dostlarının, ‘saçımı başımı düzelteyim bari,
büyük ihtimalle yarın Facebook’dayım’ diye düşündüğü çok olur.
-
Kıyafetlerini yıkanmak üzere ayırırken,
ceplerini control etmeyi ihmal etmezler.
Bunu, ‘acaba bozuk para bırakmış mıyım?’dan çok, ‘hafıza kartı falan
kalmış olabilir mi?’ endişesi ile yaparlar.
Benimsenmiş bulunan bütün bu davranış
biçimlerine rağmen, fotoğrafa gönül vermiş olanlarımızın çoğu için, resim
çekerek hayatını kazanacak düzeyde profesyönel olabilmek tatlı bir hayalden
öteye geçemiyor. Bizler için fotoğraftan
para kazanmanın tek bir yolu var diye düşünüyorum. O da, ancak onca yatırım yaptığımız
kameraları ve diğer malzemeleri, satış fiyatı konusunda fazla titzlenmeden, elden
çıkarmakla mümkün görünüyor. Fotoğraf çekmeye gönül vermiş olanların vizörlerine muhteşem görüntüler düşmesini diliyor, bu keyifli uğraşa henüz bulaşmamışlara da ‘deneyin, pişman olmazsınız’ diyorum.
Cihan Koru
No comments:
Post a Comment