Thursday, December 4, 2014

Şengün Hamamı’ndan Copley Meydanı’na

(1947 Boston Maratonu'nunda koşan Gelibolulu genç)


19 Nisan 1947.  Amerika Birleşik Devletleri’nin Massachuset eyaletinde, başkent Boston’un 40 km kadar batısında bulunan Hopkinton kasabasında termometreler 7 dereceyi gösteriyor. Çoğunluğu Amerikalı olup,  ancak aralarında çok sayıda dünyanın dört yanından gelmiş sporcular da bulunan, 156 genç adam koşu şortları ve eşorfman üstleri ile yerlerinde kah zıplayıp kah kısa deparlar atarak ısınmaya çalışıyor. İnsan ruhu ve aklının fiziksel dış güçler karşısında sınandığı en çetin spor etkinliklerinden olan bir maraton yarışının start noktasındayız.  Bütün dünyada düzenlenen binlerce maraton arasında geçmişi en eski ve prestijlilerinden biri olan Boston Maratonu başlamak üzere.

O yıl 51inci kez koşulacak olan bu tarihi yarışta boy ölçüşmek üzere toplananların arasında kimler yok ki. 1936 Berlin Olimpiyatları’nda marotonu birinci bitirerek ülkesinin ilk altın madalyasını kazanan Koreli Sohn Kee-chung, bu yarışı daha önce iki kez kazanmış Rhode Island’dan Ellison (Tarzan) Brown, önceki yılın birincisi Yunanlı Stylianos Kyrakides, New York eyaletinin Rochester kentinde yaşayan ve amerikan futbolu, basketbol ve beyzbol gibi sporları ayakkabı giymeden yapması ile ünlü olup bu yarışı da o yıl yalınayak koşacak tek atlet olmaya hazırlanan Donald A. Post ve benzeri pek çok ünlü maratoncu.

Hopkinton’un ana caddesi Main Street ile Ash Street köşesindeki başlangıç noktasında koşucuların arasında ufak tefek cüssesi ile fazla dikkat çekmeyen mavi gözlü buğday tenli atlet yuvarlak ince çerçeveli gözlüğünün saplarını, yanında getirdiği ince yarabandı ile şakaklarına yapıştırıyor. İleri derecede miyop olduğundan yarış sırasında gözlüklerini kaybetmek kendisi için çok ciddi bir risk.  Yarışı başlatacak görevli start tabancasını havaya kaldırıken, mümkün olduğunca ön sıradakilere yanaşıyor ve ülkesini Amerika’da temsil edecek ilk marantoncu olarak kendisine güç ve şans getireceğine inandığı bir hareketle formasının göğsündeki ayyıldıza hafifçe dokunuyor.

Tabancanın gümlemesi ile 156 çift ayak 42 kilometre 195 metrelik parkuru önde bitirme ümidi ile koşmaya başlıyor. İlk bir buçuk kilometre 40 metrelik irtifa kaybı ile yarışın aşağı doğru koşulan en dik yokuşu. Göreceli olarak daha deneyimsiz yarışçılar yokuş aşağı koşmanın kolaylığı ile tempolarını arttırıp hızla ara açma telaşındalar.  Daha deneyimli olanlar, yarışın ileriki aşamalarında ne kadar zorlanacaklarını bildiklerinden biraz geride kalmak pahasına enerjilerini idareli kullanma çabasındalar.  Göğsünde ayyıldızı ile koşan genç, parkuru tanımamakla beraber yarışı daha önce koştuğunu bildiği rakiplerini izlemeyi akıl edecek kadar deneyimli.

Sekizinci kilometrede küçük Flamingham kasabasından geçiliyor. Kasaba ve Boston maratonu ile ilgili olarak yaşanmış bir anekdot var.  Yarış parkuru kasaba istasyonundaki tren raylarının üzerinden geçiyor. 1907’deki maratonda, istasyonda beklemesi gereken bir lokomotif, en öndeki koşucular geçtikten sonra yanlışlıkla hareket etmiş ve arkadan gelen sporcuların değerli dakikalarının kaybolmasına neden olmuş.

On üçüncü kilometrede yine başka bir küçük kasaba olan Natick’e ulaşıldığında parkur ufak tepeciklerin üzerinden hafif iniş ve çıkışlarla devam etmeye başlıyor. Ayyıldızlı forma mavi gözlü atletin teri ile bir hayli ıslanmış. Genç sporcu, hafif de olsa ilk yorgunluk belirtilerini hissetmeye başlıyor. Bacaklarından gelen sinyallerin beynine ulaşıp pisikolojini etkilemesini engellemek için olumlu şeyler düşünmeye çalışıyor.  Eskilere gidiyor. Memleketi Gelibolu’da geçen çocukluk yıllarını hatırlıyor.  Yazları arkadaşaları ile hemen bütün zamanlarını geçirdikleri, deniz boyundaki Şengün Hamamı olarak bilinen minik koyda Çanakkale Boğazı’nın serin sularında oynadıkları günleri düşünüyor. O yıllarda büyük harp bitmiş. Osmanlı, Çanakkale deniz savaşında ve Arıburnu’nda kesin zafer kazanmış olmasına karşın müttefiki olan Almanya’nın yenilmesi ile kaybeden tarafta kalmış ve bütün sahil kentleri gibi Gelibolu da kazanan tarafın kontrolu altına girmiş, Fransız kuvvetlerince işgal edilmiş. Maratoncu, o yıllarda altı ve yedi yaşında idi. Şengün Hamamı’nda arkadaşları ile eğlenirken çevrede devriye gezen Fransız üniformalı Senegalli siyahi askerleri nasıl taciz ettiklerini ve askerlerin de kendilerini yakalamak için kovaladığında koşarak kaçtıklarını hatırladı.  O günlerde kendisini ‘yamyamların’ eline düşmekten kurtaran bacakları acaba bu gün de bu yabancı diyarda kendisini mahçup etmeyecek bir derece ile bitiş çizgisine ulaşmasına yardımcı olacak mıydı?

Gelibolulu Şevki 19uncu kilometreyi geçerek yarışın yarı noktasına yaklaştığında, kendisini Wellesley Koleji öğrencilerinin koşucuları yüreklendirmek için çıkardıkları müthiş şamatanın ortasında buluyor.  Bu da bu tarihi yarışın kimliğini oluşturan geleneklerden biri.  Bu arada yarışçılar arasında oluşan kümelenmeler iyice belirginleşmeye, kümeler arasındaki mesafeler büyümeye başlıyor.  Şevki, en öndeki yirmi kişilik grupta.  Aralarında bulunduğu atletlerin arasında en iyi tanıdığı, Yunanlı efsane koşucu Kyrakides. Bir ara yan yana düşüyorlar ve başları ile birbirlerini selamlıyorlar.

Şevki Koru, Gelibolulu ecdadının en az 150 yıl kadar geriye giden kökleri ile ilgilli hikayeleri dinleyerek büyüdü. Şehir önemli bir eyelet merkezi iken ve Osmanlı donanmasının en büyük tersanesinelerinden birine evsahipliği yaptığı dönemlerde büyük dedeleri tersane amirliği ve Gelibolu ayanlığı yapmıştı.  Sultan IInci Mahmud’un Gelibolu’yu ziyaret ettiğinde büyük dedesi Kalyoni Ahmet Bey’in konağında bir kaç gece misafir olduğunu kaç kez dinlemişti.  Bütün bunları düşünerek koşarken yarışın en çetin noktasına yaklaştıklarını fark ediyor.  26ncı kilometrede Boston maratonunun ünlü Heartbreak Hill’ine, yani ‘Kalpkıran Tepe’ye tırmanma başlıyor.  Burası aslında çok yüksek bir tepe olmamakla beraber, koşucuların dayanma gücünün sınanmaya başladığı bir aşamada geçilmesi gerektiğinden önemli bir psikolojik engel oluşturuyor.  Şevki, göğsündeki ayyıldıza bir kez daha dokunuyor. Gözlüklerinin düşmemesi için sapları üzerinden şakaklarına yapıştırdığı, fakat terden ıslanıp gevşemeye başlayan, yarabandını yokluyor.  Kendini motive edecek şeyler düşünmeye devam etmeli. Yine Gelibolu’daki çocukluk yıllarını, altı yaşında akranlarına göre daha ufak tefek, hatta ‘kavruk’ göründüğü günleri hatırlıyor. Maratoncu Şevki’nin hafızasında canlanan küçük Şevki, Haziran güneşinin altında, bugünkü Koruköy’ün biraz doğusundaki çiftlikte kurulu harman yerini fır dolayı dönen dövenin üzerinde hem dengede kalmaya hem de aleti çeken iki güçlü beygire hakim olmaya çalışıyor.  Harmanın etrafına dizilmiş ekin yığınlarından birinin gölge tarafına sığınmış yaşca daha büyük dört çocuk dövenin üstündeki küçük kardeşleri ile eğlenmenin keyfini çıkarıyorlar.  Hep bir ağızdan ahenk içinde sesleniyorlar; “şekerciiim….  naneciiim…. keten helvacııım…” Şevki, iki eli ile sıkı sıkı yapıştığı dizginleri bırakıp fesinin altından yüzüne doğru süzülen terleri silemediği için iyice bunalmış olduğu halde hem sıcağa hem de ağabeylerinin takılmalarına tahammül etmeye devam ediyor.  Kim bilir, belki de yıllar sonra dünyanın öte ucunda onurlu bir derece ile bitirmeye çalıştığı bu ünlü maratonu koşarken ihtiyacı olan direnme gücünü o çocukluk yıllarında yaşadığı bu ve benzeri alıştırmalara borçlu idi. 

34üncü kilometreye gelindiğinde Şevki’nin de bulunduğu en öndeki grup on kişiye düşüyor.  Sohn, Tarzan, Brown ve Post görünürde yok.  Ya geride kaldılar ya da yarışı terk ettiler.   Kyrakides, Şevki’nin üç metre kadar önünde koşmaya devam ediyor ancak biraz zorlandığı belli. Grupta iki Koreli var.  En önde peş peşe koşuyorlar.  Öndeki Yun Bok Suh, arkadaki Seung Yong Nam.   O sırada Boston Koleji’nin önünden geçerlerken bu kez bu okulun öğrencileri maratonculara moral vermek için çığırtıyorlar. Koşucular üzerinde ‘The Hertbreak Is Over (kalp kırıklığı bitti)’ yazan şişirme bir takın altından geçiyorlar.  Ancak, Şevki’nin İngilizcesi bu mesajı algılaması için yeterli olmadığından motivasyonuna olumlu katkısı olabilecek bu destekden habersiz koşmaya devam ediyor.

39uncu kilometrede artık geniş ağaçlıklar veya çayırlar arasına serpiştirilmiş müstakil banliyö evleri bitip dört beş katlı, bitişik düzen binalar başlıyor. Hem kaldırımlardaki hem de pencere, balkon ve damlardaki seyirciler çoğalıyor.  Yol boyunca sık aralıklarla dizilmiş polis memurları koşucuların rahatca geçebilmesi için meraklıları kontrol etmeye çalışıyor.  Bu noktadan itibaren bitişe az kaldığından yarışçılar rezervlerindeki son enerjiye yükleniyorlar.  Şevki, temposu gittikçe düşmekte olan Kyrakides’e sokuluyor ve azar azar geçmeye başlıyor.  Kariyerleri boyunca bir kaç kez yarışıp birbirlerini geçtikten sonra karşılıklı derin bir saygı geliştirecek olan iki sporcu bir kez daha göz göze geliyorlar ve yine başları ile birbirlerini selamlıyorlar.  Şevki, arayı iyice açarak yarışın biteceği Copley Meydanı’na doğru temposunu arttırıyor. İki dakika sonra bitiş çizgisini geçerken eli bir kez daha göğsündeki ayyıldıza gidiyor.

Fotoğraf 1 - Şevki Koru (en sağda), uluslararası maratonlarda zaman zaman yarıştığı yabancı sporcularla. Koru’nun (resme göre) solundaki atlet, kariyerleri boyunca birkaç kez karşılaşıp birbirlerini geçerek aralarında köklü bir saygı gelişen Yunanlı Stylianos Kyrakides.

O yıl Koreli Yun Bok Suh’un dünya rekoru ile birinci olduğu Boston Maratonu’nu, Gelibolulu Şevki Koru ülkesini yurtdışında temsil eden ilk Türk maratoncusu olarak yedinci sırada bitirdi. Sporcu, 1952’de ikinci kez katıldığı aynı yarışı yine aynı sıralamada, bir kez daha yedinci olarak tamamladı.
Cihan Koru

Monday, April 7, 2014


Working with Actors: Personality Traits

by Peter D Marshall

The first time a director works with an actor is usually during the casting session. One of the first things I do before a casting session is to make a note of each character’s personality traits – the inner patterns and workings of their psyche.

Because all individuals have personality traits, knowing what type of person you are dealing with is an important first step to understanding the inner world of a character – and the actor!

(NOTE: I have gathered the following information from several different sources during the past ten years – and unfortunately, I no longer remember who wrote the original material.)

There are four main functions of the psyche and each approaches reality from a different point of view and with a different question – each holds onto a different part of reality.

The four functions of the psyche are:
1) Intuition
2) Thinking
3) Feeling
4) Sensation

Each of these four functions can operate in two areas:
1) Extrovert – energy flowing towards the outer world
2) Introvert – energy flowing towards the inner world

And each function has a further possibility of operating in either:
1) a positive, Conscious way (Stable)
2) a negative, Unconscious way (Unstable)

All psychological evidence so far suggests that these two major factors, Extrovert/Introvert and
Conscious/Unconscious, are interwoven in each individual according to a pattern – a pattern that can be graphed out.

Okay! Now what does all this mean in English!!!

It means you can create a chart that will clearly display the four functions, and their personality traits, which you will then be able to reference anytime.

To get a copy of this quick reference personality chart, go to http://www.actioncutprint.com/chart.html and print out the page.

Once you have printed out the chart, you can then add the following descriptions of the type of people that form each of the four functions:

1) The Intuitive Type – creative people whose chief concern is with future possibilities; people who have a nose for the invisible; people who can encompass a lot quickly.

2) The Thinking Type – a person whose ultimate value is order and organization; everybody must say what they mean.

3) The Feeling Type – they have a proper evaluation of the Cosmos and an appropriate relationship with it; they handle their feelings expertly; they express their feelings by style; they know the value of beauty and relationships; they need attention – love or anger.

4) The Sensation Type – they are a master of observing detail; they absorb impressions deeply; they are sensitive to tastes, pain, noise, and physical sensations.

This chart will give you a clear understanding of who your character is and what their motivations are – as well as help you with the actor’s interpretation of the character!

A good performance happens when both the inner and outer self are portrayed. So when dealing with any character, remember these three important words: Motive Determines Behavior!

Motive (inner-what a character thinks)
Determines
Behavior (outer-what the character does)

Copyright (c) 2000-2010  Peter D. Marshall