Maraton Koşusunun Ustası: ŞEVKİ KORU
Fırat Plastik’in yayınladığı aylık Türkspor Dünyası 2000
dergisinin Kasım 2013 sayısında Prof. Dr. Oygur Yamak’ın benimle yaptığı bir
söyleşiden ve kendi yaptığı araştırmalardan yararlanarak hazırladığı babam Şevki Koru’yu anlatan bir yazı
çıktı.
Fırat Plastik’in bayilerine dağıtılmak üzere hazırlanan sözkonusu
dergiyi piyasada bulmak mümkün olmadığından, yazının metnini ve kullanılan
fotoğrafları burada yayınlıyorum.
Maraton Koşusunun Ustası: Şevki Koru
1930’lu yılların ortalarından itibaren
uzun mesafe koşularına ambargo koyan bir Türk atlet özellikle maraton koşusunda
rakipsizdi. Kısa boyu ve kalın gözlükleriyle sıra dışı bir görünüme sahip olan
bu çelimsiz atlet, ismini Türkiye sınırlarının ötesine de taşımayı başarmıştı.
1947'de Boston Maratonunda yedinci olan, 1948 Londra Olimpiyatında Türk
atletizmini dünya pistleriyle tanıştıran Şevki Koru’nun ismi ülkemizi uluslararası
platformda başarıyla temsil eden sporcular arasında yer alarak ebediyen
ölümsüzleşmiştir.
Şevki Koru, Boston maratonunda dereceye giren ilk
sporcumuz olarak atletizm tarihine geçmiştir. Ama onu unutulmaz yapan özelliği,
ilk büyük maratoncu olmasının yanında yetiştirdiği çok sayıda sporcu ile Türk
atletizmine yapmış olduğu büyük katkıdır.
Cihan Koru babası Şevki Koru’yu
anlatıyor
Şevki Koru’nun büyük oğlu Cihan Koru ile daha önce
tanışmıyorduk. O, bir ziraat mühendisi ve ABD’de gıda teknolojisi üzerine
ihtisas yapmış bir kişi. Kardeşi Adnan Sabri Koru ise makine mühendisi ve bir
yazılım firması sahibi. Onunla yirmi yıl kadar önce tanışmıştım ama o sırada ne
Şevki Koru'yu tanıyordum, ne de onun Şevki Koru’nun oğlu olduğunu biliyordum.
Sonraları Şevki Koru’dan haberdar olduğumda da, onunla iletişimimiz kopmuştu.
Cihan Koru ile internet sayesinde tanışıp bağlantı kurduktan sonra kendisiyle
Bahçeşehir Üniversitesinde buluştuk ve uzun bir söyleşi yaptık. Bu söyleşiden
derlediklerimizi aşağıda okuyacaksınız.
Cihan bey, önce babanızın nereli olduğundan başlayalım
Babamın ailesi Gelibolu’da yerleşikmiş. Ailenin kökü
Gelibolu tersanelerine dayanıyor. Büyük dedelerim denizciymiş ve ticaretle
uğraşırlarmış. Gelibolu o zamanlar Osmanlı sancağı yani birçok şehri içine alan
bir vilayet. Dedemin ailesi ise ayan imiş, yani padişah adına o bölgede vergi
ve asker toplayan kimse. Dedemin dedesinin II. Mahmut’un torunu olduğuna dair
bir bilgim var ama bunu doğrulatamadım henüz.
Babanızın
ailesini bize tanıtır mısınız?
Dedem İbrahim Mazhar’ın iki hanımı var ve aynı evde
yaşıyorlar. O dönemde bu normal imiş. İki eşinden toplam 7 çocuğu olmuş. En
küçükleri babam, babamın üç kardeşi üvey, üç kardeşi aynı anneden. Öz
kardeşleri sırasıyla Süeda, Ziver ve Kemal.
Dedeniz
ne iş yaparmış?
Dedem çiftçilik yapıyormuş ve büyük arazileri var.
Çevrede Koru çiftliği diye bilinen geniş tarlalara, ileri ziraat araçlarına
sahipmiş, arıcılık da yapıyormuş. Çok varlıklı biriymiş. Babam o dönem için
lüks sayılan Landon yaylı at arabasına bindiklerini anımsıyor. İleri görüşlü
bir kişiymiş. Şapka devrimi olduğunda Gelibolu’daki tek kumaş mağazasından
kumaş alıp eve getirmiş ve babaannem Sıdıka hanıma şapka diktirmiş.
Babanızın
çocukluk ve gençlik yılları hakkında bildikleriniz?
Babam 1913 doğumlu. O zamanlar mahalle mektebi var.
Dedem çocuklarını mektebe yollamıyor, özel hoca tutup temel eğitimlerini
sağlıyor. Babam ortaokulu Gelibolu’da okumuş. Bu sırada babası vefat ettiğinde
ağabeyleri de babalarından kalan varlıklar iyi yönetemeyip çarçur edince,
ailede geçim derdi başlamış. Öz ağabeyleri Edirne’ye okumaya gitmişler, o
annesinin yanında kalmış. Ablası Süeda hanım bir askeri veteriner olan Mazhar
bey ile evli. Sıdıka hanım kızına “Aman kızım Şevki’ye göz kulak ol, okusun”
diye tembihliyor. O da 15 yaşındaki kardeşini alıp kocasının görev yeri olan Ankara’ya götürüyor. Mazhar
Bey, Çankaya Köşkü’nde atlı muhafız alayında görevli. O yıl Mazhar Bey’in
Kayseri’ye tayini çıkınca, Süeda hanım kardeşini Ankara’da annesinin
akrabalarından olan Kadriye hanımlara bırakıyor. 1930’da Süeda hanım kardeşini
tekrar yanına, Kayseri’ye alıyor. Babam burada Kayseri Erkek Lisesine gidiyor
ama gözleri aşırı derecede miyop.. Gözlerindeki rahatsızlık bu sırada ilerlemiş. Yarım
saat kitap okuduğunda başı ağrıyor, gözleri şişiyor ve gözlerinden yaş geliyor.
Doktorlar, “fazla zorlar ise, gözün retina tabakası ve sarı noktasında kalıcı
hasar olur” diyorlar. Liseyi bitiremeden
son sınıftan terk ediyor. Bu sırada Mazhar Bey, Gaziantep’e tayin olunca babam
tekrar Ankara’ya dönüyor. Kadriye Hanım’ın
eşi albay Fikret Karabudak, o sırada Kırıkkale’deki Silah Fabrikasının müdürü.
Fikret Bey, babamı önce Kırıkkale’deki fabrikada ‘yazıcı’ olarak
görevlendirilmek üzere işe alıyor. Babam
her sabah kalkıp kendi kendine koşu idmanı yapıyor. Fikret Bey bunu duyunca, “Gel seni atlet
yapalım” diyor ve onu Ankara’daki merkeze alarak aynı kurumun bünyesinde
bulunan Ankaragücü kulübüne kaydettiriyor. 1938’de Süeda Hanım, eşi ve üç kızı
tekrar Ankara’ya dönüyorlar. Babam da, tekrar ablasının yanına taşınıyor. Atletizmde yurt içi ve yurtdışında dereceler
almaya başlayınca, silah fabrikasındaki işinden ayrılıp 1940 yılında Beden
Terbiyesi’nde 19 Mayıs Stadyumunda göreve başlıyor.
Atletizme
olan ilgisi nasıl başlamış?
Çocukluk
yıllarında, Gelibolu'yu işgal eden Fransız kuvvetlerine bağlı askerler ile
yöredeki gençler arasında yapılan atletizm yarışlarını ilgi ile izlermiş.
Kayseri’de iken Talas Amerikan Koleji ile yapılan bir atletizm yarışına
katılmış. Böylece atletizme adım atmış oluyor, daha ziyade uzun mesafe koşuyor.
Sonra maratona geçiyor.
Askerliğinden
de bahseder misiniz?
Gözü ileri derecede miyop olduğu için askerliğini
Gelibolu Bolayır’da ilkokul öğretmeni olarak yapmış. Birkaç öğrencisini bulup
konuştum. Oyunlar tertip eder, koşu yaptırırmış. Askerlik bitince yeniden
Ankara’ya dönüyor.
Annenizle
tanışması nasıl olmuş?
Annem Sabahat hanımı ilk kez İstanbul-Ankara arasında
sefer yapan trende görmüş. Sonra uzun bir süre peşinde koşmuş, sonunda 1942
yılında evlenmişler. Evlendiklerinde babamın görevi dolayısıyla önce Ankara’da
oturmuşlar. Ben 1945 yılında doğmuşum. İlkokul ikinci sınıfta iken İstanbul’a
taşındığımızı anımsıyorum. 1957’de kardeşim Adnan dünyaya geldi.
Kazandığı
yarışlardan da bahseder misiniz?
Geleneksel Atatürk koşusunun ikinci yılında birinci
gelmiş. Ertesi yıl Belgrat'ta yapılan Balkan maratonunda üçüncü olmuş. 1940
yılında İstanbul'da yapılan Balkan maratonunda ikinciliği var. Türkiye
Şampiyonalarında maratonda beş kez birinci gelmiş.
Yurt
dışında da yarıştığını biliyoruz.
Evet, bir çok kez hem sporcu hem antrenör olarak
yurtdışına gitti. Boston, New York maratonlarına ve Philadelphia koşusuna
katılmış. 1947 yılında Boston maratonunu 7. bitirmiş. 1948 yılında Londra
Olimpiyatına katılmış, ayrıca Doğu Akdeniz Oyunlarında Atina’da birinciliği
var.
Lisan
bilgisi nasıldı?
Lisan bilmiyordu veya çok az İngilizce biliyordu
diyebilirim, anlaşabilecek kadar. Ama Amerika’ya birçok kez gitti. 1951 yılında
gittiğinde sekiz ay kalıyor. New York PioneersClub'a kaydolmuş, antrenör Joseph
James Yancey ile çalışıyor. Bu arada Boston Maratonuna yeniden katılıyor.
Aktif
spor yaşamı bitince ne yaptı?
Beden Terbiyesindeki görevine devam ediyor, bu kez
milli takım antrenörü olarak. 1960 Roma Olimpiyatına da antrenör olarak
katıldı. Ekrem Koçak, Cahit Önel gibi büyük atletlerin (her ikisi sünnetimde
benim kirvem olmuştu) antrenörlüğünü yapıyor. Ayrıca Muharrem Dalkılıç, Şükrü
Saban, Çetin Şahiner, İsmail Akçay, Hüseyin Aktaş, Veli Ballı gibi önemli atletlerin
babama ‘hocam’ dediklerini anımsıyorum. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’ndeki
görevi dışında Galatasaray kulübünde ve lisesinde, Fenerbahçe, Paşabahçe ve
Enka spor kulüplerinde de atletizm antrenörlüğü yaptı. Şimdiki atletizm
federasyonu başkanı Haydar Doğan da onun öğrencisidir. Son öğrencilerinden biri,
Turan Örnek'tir.
Sizin
sporla ilişkiniz nasıldı, babanızın bir telkini oldu mu?
Babam kardeşimle benim atletizm ile ilgilenmemiz
konusunda ısrar etmedi. Okuyup meslek sahibi olmamızı daha çok önemsiyordu.
Futbol oynamamıza karşı olduğunu ise çok iyi hatırlıyorum. Beni bir ara
Fenerbahçe yıldız atletizm takımına kaydettirdi ama benim fazla yeteneğim yoktu
ve bu macera kısa süreli oldu. Kardeşim Adnan’ın da bir süre disk attığını
anımsıyorum.
Babanızın
sempati duyduğu bir takım var mıydı?
Bize bu konuda hiç bir şey söylemedi. Bir takımın
taraftarı değildi. Milli takımı çalıştırdığı için, hepsine eşit mesafedeydi.
Kulüp ayrımı yapmazdı. Onun için her atlet birdi. Futbola merakı yoktu. Hatta
futbol oynamamıza karşı çıkardı. Şunu iyi anımsıyorum; o zamanlar atletizm
yarışları Mithatpaşa stadındaki futbol maçlarından önce yapılıyordu. Yarışlar
bittikten sonra atletler ve yöneticiler tribüne çıkar, futbol maçlarını
izlerlerdi. Babam çoğunlukla bunları izlemez, eve dönerdi.
Yakın
arkadaşları kimlerdi?
Atletizm çevrelerinde pek çok dostu vardı. En çok
görüştüğü arkadaşları arasında Rıza Maksut İşman ve Tolon Tosun olduğunu
anımsıyorum. Ünlü güreşçi Yaşar Doğu, Naili Moran, Ruhi Sarıalp ve Jerfi
Fıratlı da dostları arasında idi.
Son
yıllarında ne yapıyordu?
1975 yılında devletten emekli oldu. Bu tarihten sonra
da spordan kopmadı. Yaşamının son dört beş yılında bacaklarındaki eklem
romatizmasından dolayı eve kapanmaya mecbur kalıncaya kadar sporcu yetiştirmeye
devam etti. 85 yaşında bastonuna dayanarak belediye otobüsüne binip, haftada üç
gün Beşiktaş’tan Anadolu yakasındaki Burhan Felek Spor Kompleksi’ne giderek
kendisini bekleyen gençleri çalıştırdığını biliyorum. O yıllarda bir gazetede babam ile ilgili
yayınlanmış bir makalenin başlığının ‘Atlet Fabrikatörü’ olduğunu anımsıyorum.
Öldüğünde 90 yaşındaydı. Annemin ölümünden 9 ay sonra o da yaşama veda etti.
Babanızın
ismi yaşatılıyor mu?
Babam sağ iken Büyükada'da on yıl kadar 'Şevki Koru
Yarışları' yapıldı. Ölümünden sonra Kadıköy Belediyesi bu yarışları birkaç yıl
sürdürdü. Birkaç yıl önce Gelibolu'da belediye tarafından adına birkaç yarış
düzenlendi. Son bir kaç yıldır bu yarışlar yapılmaz oldu. Ayrıca, televizyonda
'Şevki Koru Belgeseli' yayınlandı. Bir kez de eski sporcuların da onore
edildiği bir törende 'fairplay' ödülü aldı.
Şevki Koru’nun Anıları
Cihan Koru, bize arşivini açarak değerli bir yardım
yaptı. Babası ile hayatta iken yapmış olduğu uzun bir söyleşiden de
yararlandık. Bu söyleşiden seçtiğimiz birkaç anısını sunuyoruz:
“1939 senesinde İstanbul'da, Türkiye maraton koşusu şampiyonası
yapılıyordu. Atletler maraton koşusundan önce doktor tarafından muayene edilir,
herhangi bir hastalıkları var mı diye. Ve yaşlı bir doktor, aşağı yukarı 70-75
yaşında bir doktor beni muayene etti. Benden önceki koşucu şişman biriydi. Sıra
bana geldi. Ben de kilomu söyledim. Antrenmanlar dolayısıyla 56 kilodan 51
kiloya düşmüştüm. Adam yüzüme baktı bir daha baktı ve öteki atleti göstererek, ‘şunun
gibi olsan neyse, senin neren koşucu? Ben senin koşmana müsaade etmem’ dedi. ‘Aman
doktor bey nasıl olur, ben işte şu kadar çalıştım, geçen sene şu dereceleri
aldım’ dedimse de sözümü dinlemedi. O zamanki federasyon başkanı (Saffet Gürol)
geldi, doktorla konuştu. Doktor ısrar etti. ‘Yok, ben müsaade edemem, yazılı
bir kağıt verirse ben kendi isteğimle bu yarışa giriyorum diye ancak o kağıtla
girebilir yarışa’ dedi ve benden bir kağıt aldı. Yarışı ben kazandım. Yarıştan
sonra doktor bana sitem etti, ‘sen beni aldattın, yani yanılttın’ dedi.”
Boston Maratonu, 2013 yılındaki terör saldırısı
nedeniyle dünyanın gündemine oturdu ama o 1897 yılından bu yana her yıl yapılan
en eski geçmişe sahip maraton yarışı. Şevki Koru'nun bu yarışa katılmasına
atletizm federasyonu başkanı Naili Moran önayak oluyor. 1946 yılında Yunan
atlet Kyriakides birinci gelince, Naili bey, bunun üzerine "Şevki orada
bir şansını denemeli" diyor. Gerisini Şevki Koru anlatıyor:
“1940'da Fenerbahçe'de yapılan Balkan Oyunları'nda ikinci olduğum zaman, Yunan
atlet Kyriakides üçüncü olmuştu. Ben onu geçmiştim. Ondan sonra 1946'da Boston’da
o şampiyon oldu. Atletizm Federasyonu başkanı Naili bey de bir fikir attı
ortaya. ‘Acaba Şevki de orada bir şey yapabilir mi’ diye. Böylece Boston’da
yarışma fikrini kafama soktu. Ben de ‘giderim’ dedim. Biraz birikmiş param
vardı, uçak bileti alabildim. Orada bir Türk
yüksek mühendis tanıdık vardı. Beni 10-15 gün kadar evinde misafir edecekti. Ve
doğru Amerika.. Dönüşüm vapurla oldu. Vapur biletini de yine buradan aldım.
Zaten o 200 $ kadardı. Yani hem uçak hem vapur biletlerini kendi cebimden ödedim.
Gidiş-geliş o şekilde, Amerika seyahati o şekilde oldu. Orada bir antrenörle
tanıştım. İsmi James Yancey. New York Pioneers Club’ın antrenörü. Buraya geldikten
sonra onunla muhabere ettim. Buraya gelebilirsin dedi ve ikinci defa gidişim o
şekilde oldu.”
Boston’da bir önceki yılın birincisi Kyriakides'i
geçiyor ama 1940 Balkan maratonu şampiyonu Yunan atlet Zagaros'a yine geçiliyor.
Zagaros 6. Şevki 7. ve Kyriakides 10. oluyor. Bu yarışın önemli bir özelliği
var. Bu, 116 yıllık Boston Maratonu tarihinde dünya rekorunun kırıldığı ilk ve
tek yarış. O sırada Kore'de bulunan Amerikan ordusuna ait birliklerin topladığı
para ile Boston Maratonuna gelen Koreli atlet Suh Yun-Bok yarışın birincisi
olmakla kalmıyor, 2 saat 25 dakika ile dünya rekorunun yeni sahibi oluyor.
Ertesi yıl Şevki Koru'yu Londra Olimpiyatında yarışırken görüyoruz. Bu kez 20.
sırada bitiriyor ama bir yıl öncenin Boston Maratonu şampiyonu Suh Yun Bok bu
yarışta Şevki’nin gerisinde kalmış ve 23. olmuştur. 1951 yılında yeniden
Amerika yollarına düşer Şevki. Bu kez sekiz ay kalır, New York'ta Pioneers
Club'ta idman yapar ve Boston Maratonuna katılıp yurduna geri döner. Ertesi yıl
bir kez daha dener aynı yarışı ve bir yedincilik daha elde eder. Her üç seferde
de dereceye girmeyi başarır.
(Cihan
Koru’nun Şevki Koru ile söyleşilerden derlenmiştir)
Şevki Koru (1913- 2003)
Gelibolu’da dünyaya geldi. Ankaragücü kulübünde
lisanslı sporcu oldu. 1935'te atletizme başladı. 1947, 1951 ve 1952’de toplam
üç kez Boston Maratonuna katıldı. 1955’ten sonra milli takım antrenörlüğü
yaptı. 27 Eylül 2003 tarihinde vefat etti. Doğduğu yer olan Gelibolu'da defnedildi
ve aynı kentte bir sokağa onun adı verildi.
1937 Bükreş: Balkan Oyunları Maratonu beşincisi
1937 Atatürk koşusu birincisi (38.12 ile)
1938 Belgrat: Balkan Oyunları Maratonu üçüncüsü
1939 Türkiye Atletizm Şampiyonası Maraton birincisi
1940 Türkiye Atletizm Şampiyonası Maraton birincisi
1940 İstanbul: Balkan Oyunları Maratonu ikincisi
1943 Türkiye Atletizm Şampiyonası Maraton birincisi
1945 Türkiye Atletizm Şampiyonası Maraton birincisi
1946 Türkiye Atletizm Şampiyonası Maraton birincisi
1947 Uluslararası Boston Maratonu yedincisi
1947 Atina: Doğu Akdeniz Maratonu birincisi
1948 Londra Olimpiyatları Maraton yarışında 20.
1951 Uluslararası Boston Maratonu on birincisi
1952 Uluslararası Boston Maratonu yedincisi
Not: 1940 yılından sonra 12 yıl Balkan Oyunları
yapılmadı.
AİLE ALBÜMÜNDEN
Son Söz
Şevki Koru adını ilk kez 1982 yılında çıkan Tercüman
Spor Ansiklopedisinde gördüğümü anımsıyorum. Ama kendisi hakkında bilgim yok
denecek kadar azdı. Oysaki çocuk yaşlardan itibaren meraklı bir spor okuyucusu
olarak, gazetelerin spor sayfalarını bir solukta okuyor, haftalık spor
dergilerini takip ediyordum. Ama Şevki Koru adına hiç rastlamamıştım. Sonradan
Cem Atabeyoğlu’nun Türk Spor Tarihi Ansiklopedisinde ve bir kaç yayında daha onun
hakkında bazı bilgi kırıntılarına rastlayabildim. Son birkaç yılda internette
onun hakkında daha ayrıntılı bilgilere ulaşma olanağı ortaya çıktı. Bu
sevindirici bir şey olsa da, böyle sporumuzun öncü isimlerinin hayatlarını yeni
kuşaklara birer kitapla anlatmak ta bir görev olmalı. Bu tür çalışmaları yapmak
için bir kurumun bu işe el atmasının yerinde olacağını düşünüyorum. Ayrıca, onun
ismini ve hatırasını yaşatmak üzere her yıl atletizm federasyonu tarafından Şevki
Koru maratonu düzenlenebilir, bir spor tesisine büstü veya heykeli dikilebilir,
bir piste adı verilebilir. Bu şampiyon sporculara vefa borcumuzu ancak bu
şekilde bir nebze olsun ödemiş oluruz.
Prof. Dr. Oygur Yamak
No comments:
Post a Comment