Wednesday, September 18, 2019

İLK ÖYKÜ KİTABIM YAYINLANDI

'İki Deniz Bir Boğaz' adını verdiğim ilk öykü kitabım e-kitap formatında yayınlandı. Kitaptaki 10 öykü daha önce Gelibolu Derneği'nin üç ayda bir çıkardığı Gelibolu Rüzgarı adlı dergide yayınlanmış hikayelerden oluşuyor. Bunların her biri şu veya bu şekilde Gelibolu ile ilgili, Marmara ve Ege Denizleri'ni birleştiren Çanakkale Boğazı ve civarında yaşanmış gerçek olayların veya bu yörenin mitolojisine konu olmuş hadiselerin üzerine bina edilmiş kurmaca bir çalışma. Aslında, kitaptaki öyküleri daha önce bu blogda da paylaştım. Şimdi hikayelerin tamamı tek bir kapak altında toplanmış oldu. Kitabın satıldığı platformlara şu bağlantıdan ulaşılabilir: https://books2read.com/u/mdG6VRç.


Sunday, March 17, 2019

GELİBOLU YILDIZI



Niğdeli Ali savrulduğu yerden doğruldu. Batarya boneti ve çevresini kaplayan toz bulutu yeni yeni oturmaya başlamıştı. Etrafına bakındı. Şimdi çevresini biraz daha iyi görebiliyordu. Deniz tarafından top sesleri gelmeye devam ediyordu. Ara ara kesilen top sesleri arasında, bataryanın arkasına düşen sırttaki hakim noktadan tabur imamının okuduğu ezanı duydu. Vakit öğlen namazına dayandığına göre düşmanın top atışı başlayalı iki saatten fazla olmuştu. Bombardımanın başından beri Müttefik Donanması’nın hedefinde olmalarına karşın az öncesine kadar atılan mermiler ya üzerlerinden geçiyor ya da bataryanın denize bakan tarafındaki kalın toprak tahkimata gömülüp kalıyordu. Toprağa giren mermiler havaya çok miktarda toprak kaldırmalarına karşın bataryaya fazla zarar vermiyor hatta bazıları infilak bile etmiyordu. Ancak, bataryadaki 24cm-35 kalibre dört Krupp marka toptan üçü çevresine isabet eden mermilerin kaldırdığı toprak ve molozlarla örtülmüş ve görev dışı kalmıştı. Bataryada görevli erattan üçü hariç geri kalanların hepsi ellerindeki istihkam kürekleri ile toprak altında kalan topları temizlemeye çalışıyordu. O üç er, çalışan tek 24cm’lik topun başında kalan Niğdeli Ali, Havranlı Seyit ve de bir nişan eri idi. İşte, birkaç dakika önce gelen son bir mermi de bu üç askerin bulunduğu bonetin yan duvarına isabet etmiş ve Ali, oluşan patlamanın etkisi ile, birkaç metre savrularak şimdi bulunduğu yere düşmüştü. Ali kendisini şöyle bir kontrol etti. Ellerinde ayaklarında, kolunda bacağında eksik gedik yoktu. Tekrar etrafına bakındı. Merminin isabet ettiği duvardan kopup etrafa yayılan taş, toprak ve diğer molozların arasında batarya eratının bir kısmının hareketsiz yattığını gördü. Biraz ileride batarya komutanı Hilmi Yüzbaşı molozların arasında dolaşıyordu. Yüzbaşı o sırada durdu ve bulunduğu yerin az ilerisinde bir noktaya odaklandı. Niğdeli Ali de aynı tarafa baktığında yerde yatan ve hafifçe kıpırdayan bir nefer gördü. Yüzbaşı hızla ona yönelirken Niğdeli Ali de ayağa fırladı ve komutanın yanına koştu. Yüzbaşı Niğdeli’yi görünce hemen sığınağa girip yedek sıhhıye çantasını getirmesini söyledi. Ali aldığı emri yerine getirmek için sığınağa koştu, çantayı kaptığı gibi tekrar komutanın yanına döndü. Yüzbaşı’nın yanına vardığında komutan çoktan yaralı erin mintanını yırtıp geçici bir sargı oluşturarak askerin bacağındaki yaranın üst tarafınından kan dolaşımını durdurmak için sıkıca sarmıştı. Bu sırada, kendi bataryalarının bulunduğu tabyanın hemen kuzeyindeki Namazgâh Tabyası’ndan gönderilen sıhhıye postası yanlarına ulaştı. Gelen posta erleri hızla yaralı erin sargısını değiştirerek gerekli ilk yardım önlemlerini almaya başladılar.


Buldukları eri sıhhıye postasına teslim eden Hilmi Yüzbaşı ve Niğdeli, bataryanın uğradığı erat kaybı ve hasarı saptamak için etrafı dolaşmaya başladılar. Sağa sola savrulmuş asker bedenlerinin yanına vardıklarında bazılarının şehit olduğunu anlamak zor olmuyordu. Birkaç neferin inlediğini veya hala nefes aldığını fark ettikçe sıhhıye erlerine seslenip ilgilenmeleri için işaret ediyorlardı. Bu arada Niğdeli, hafif bir toprak yığınının altından görünen iki adet asker postalından birinin hareket ettiğini fark etti. Hemen dizlerinin üstüne çöküp acele ile ve ellerini kullanarak toprağı açmaya başladı. Onun telaşlı çabasını gören yüzbaşı ve az ilerideki sıhhıye erlerinden biri de koşarak yanına geldiler. Üçü birden birkaç saniyede toprakla örtülmüş eri çekip çıkardılar. Kurtarılan neferin bütün bedeni gibi yüzü de toz toprakla kaplıydı. Terlemiş yüzüne yapışan toz tabakası askerin yüzünü ince bir sıva gibi kaplıyordu. Sıvanın altında kapalı duran göz kapakları usulca açıldığında, hem Niğdeli hem de yüzbaşı, ortaya çıkan iki çakır gözün kime ait olduğunu hemen anladılar. Havranlı Seyit idi kurtardıkları.


Seyit kendi halinde, fazla konuşmayan, biraz içine kapalı bir Anadolu Yörüğü idi. 26 yaşındaydı ve 1909’dan beri silah altındaydı. Askere çağrılmadan önce evlendiği eşini altı yıldır görmemişti. Terhis olmasına yakın Balkan Harbi patlamış, evine dönemeden o cepheye gönderilmiş, hemen arkasından da Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Çanakkale’de, o anda bulunduğu Rumeli Mecidiye Tabyası’nda topçu numara eri olarak görevlendirilmişti. Biraz önceki hengamede ciddi bir darbe almadığı halde bir anda üzerine düşen toprak örtüsünün ağırlığı ile yere yıkılmış, bir çeşit şok geçirmiş ve kısa bir süre kendinden geçmişti. Üstüne düşen toz toprağın altında tekrar kendine gelip ne olduğunu anlamaya çalışıp kıpırdanmaya başladığında, çalışır vaziyette son kalan 24cm’lik Krupp topunun bulunduğu bonette beraber çalıştığı Niğdeli Ali tarafından fark edildi.


Seyit, ayakta kalıp kendisini kurtarmaya çalışan Hilmi Yüzbaşı ve yoldaşı Niğdeli Ali’nin karşısında yatıyor olmaktan mahçup silkinip ayağa kalktı. Havranlı’nın da bulunması ile, düşman donanmasından atılan merminin isabeti sırasında bonet ve civarında görev yapan eratın tamamına erişilmiş oldu. Sıhhıye erleri yaralı askerleri toparlarken Yüzbaşı Hilmi, Niğdeli Ali ve Havranlı Seyit Krupp topuna yöneldiler. Top, bonette görevli eratın çoğunu şehit eden veya yaralanmasına neden olan düşman mermisinden pek de etkilenmiş görünmüyordu. Ancak, daha yakın incelemede, topun gerisinde yer alan ve 215 kg’lık mermileri topun arka hizasına çıkarmaya yarayan vinç tertibatının isabet alıp kullanılamaz duruma geldiğini gördüler. Yüzbaşı, topun büyük bölümünün deniz tarafından görünmesini önleyen bonet duvarı üzerinden Boğaz’a doğru baktı. İngiliz ve Fransız zırhlı savaş gemileri bağazın iki yakasından açılan top ateşine rağmen yavaş da olsa ilerlemeye devam ediyordu. Düşman öğlene doğru bombardımana başladığında gemiler kıyıdaki Türk tabyalarının menzili dışında olduklarından zaten uzun süre Türk topçusundan etkilenmemişti. Yine aynı nedenle, Rumeli Mecidiye Tabyası’nda bulunan iki adet 28mm’lik top, menzillerinin daha kısa olması nedeni ile hiç devreye alınmamıştı. Boğaz’ı zorlayan düşman gemileri, mermileri daha hafif olduğu halde daha uzun menzilli olan, dört adet 24cm’lik topla vurulmaya çalışılıyordu. Ancak, denizden açılan ateşle bu dört toptan üçü bir süre sonra devre dışı kalmış, son kalan da, işte şimdi kendisi çalışabilir durumda olduğu halde, vinçi hasar gördüğünden kullanılamıyordu. Hilmi Yüzbaşı açıkça yüzüne vuran çaresizliği ile yaklaşan zırhlılara bir kez daha baktı. Etkisi altında kaldıkları bombardıman telefon hatlarını da büyük ölçüde tahrip ettiğinden boğazı savunan birliklerin ana karargahıyla iletişim kuramıyordu. Atış yapamayan bir topun başında beklemektense belki bir yardım bulma ümidi ile iki topçu neferini görev yerlerinde bırakıp yaya olarak Kilitbahir Köyü’ndeki birliğe ulaşmak üzere tabyadan ayrıldı. Niğdeli Ali ve Seyit, 24’lük Krupp topunun dibinde öylece kalakaldılar. Seyit o 18 Mart 1915 gününün o dakikasına kadar yaşadıklarını düşünmeye başladı. Saat 10 sıralarında 40 kadar düşman gemisinin Boğaz’ın girişine doğru yaklaştığını fark etmişlerdi. Doğal olarak o sırada bu gemilerin hangisinin hangi milletten olduğunu ve adlarını bilmiyordu. Ona göre hepsi ‘gavurun gemisi’ydi.


Bugün biliyoruz ki, bu güçlü armadanın 19 üyesi, o devrin en baskın savaş gemileri sayılan ‘dretnot (dreadnought)’ sınıfı gemilerdi. Bunların 15’inde İngiliz, 4’ünde Fransız bayrağı dalgalanıyordu. Günlerdir zaten tetikte bekleyen Türk savunması düşman donanmasının yaklaşması ile derhal alarma geçti ve Boğaz’ın iki yakasında konuşlanmış olan 74 ağır top namlularını yaklaşan filoya çevirdi. Mütttefik donanmasının en öndeki hattı İngiliz gemileri Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson ve Inflexible’den oluşuyordu. İkinci hatta Fransızlar’ın Gaulois, Charlemagne, Bouvet ve Suffren gemileri vardı. Daha arkadaki üçüncü ve dördüncü sıraları ise yine İngilizler’e ait Prince George, Majestic, Vengeance, Irresistible, Albion, Ocean, Triumph, Swiftsure, Cornwallis ve Canopus gemileri oluşturuyordu. İlk başta, donanma bir süre hiç karşılık görmeden ve ses çıkarmadan Boğaz’ın ağzına doğru ilerlemesini sürdürdü. Hava açık, gökyüzü masmavi, rüzgarsız ve güneşli bir gündü. Donanmanın ilerlemesini iyice sinir bozucu yapan sessizlik Triumph zırhlısının Anadolu yakasındaki Halileli sırtlarına doğru açtığı ateş ile bozuldu. Bu ateşe İntepe bataryaları anında yanıt verdi. Saat 11:40 olduğunda Queen Elizabeth’in topları Anadolu kıyısındaki Hamidiye Tabyası’nı döverken, Inflexible’da Rumeli Mecidiye Tabyası’nı vuruyordu. Ne var ki, donanma hala Türk toplarının menzili dışında olduğundan Türkler’in atışları isabetli olmuyor, bu nedenle de kıyılardan tek tük atış yapılıyordu. Bir süre sonra Agamemnon ve Lord Nelson da toplarını Rumeli Mecidiye Tabyası’na çevirdiler. Saat 12:30 olduğunda düşman gemileri Türk bataryalarının menziline girmeye başladılar. Önce Rumeli Mecidiye, arkadan Dardanos ve Hamidiye tabyaları yoğun ateşe başladı. Bu şiddetli top savaşı yaklaşık bir buçuk saat sürdü. Bu arada hem Türk tabyaları hem de Müttefik Kuvvetleri gemileri hayli isabet aldı. Saat 14:00’e doğru Türk toplarının önemli bir kısmı aldıkları hasar nedeni ile tekrar susturulmuştu. Seyit’in bulunduğu Rumeli Mecidiye Tabya’sındaki son top da bu sırada isabet aldı. Ancak, düşman donanmasında da ciddi yara alan gemiler vardı. Seyit ve Niğdeli Ali vinçi bozuk toplarının yanında yanlız kaldıklarında durum böyleydi.


Seyit, kıyıya hayli yaklaştıkları halde Türk tarafından fazla bir tepki görmeyen gavur gemilerine baktıkça hırsından dudaklarını ısırmaya başladı. Bu gavurlar değil mi kendisini altı yıldır, önce Balkan cephesinde şimdi burada, evinden, yurdundan, hamileyken geride bıraktığı eşinden uzak koyan? Biraz önce tabyanın aldığı isabet ile yaşamını kaybeden silah arkadaşlarını da bunlar şehit etmedi mi? Şimdi de, Seyit’e göre, nerede ise ellerini kollarını sallayarak boğaza girmeye, belki de İstanbul’a varıp bayraklarını payitahtın kalbine dikmeye hazırlanıyorlardı. Vatanı için cephelerde yitirdiği yılları boşa mı gidecekti? Yaşayıp gördüğü savaşlarda yitirdiği silah arkadaşları boşuna mı ölmüştü? Savaş biter de köyüne dönecek olursa bu gavur domuzunun boyunduruğunda mı yaşayacaktı? Yörük Seyit’in yüreği sıkıştıkça sıkışıyor, hırslanıyor, hırsından göz pınarları dolmaya başlıyordu. Daha fazla dayanamadı ve Niğdeli’ye döndü. ‘Gel len Ali!’ dedi, ‘komayalım gavurun döllerini melmeketin koynuna..’.


Krupp topunun 24’lük mermileri, bonetin iki yanındaki tahkimatlı cephaneliklerden topun dibine kadar döşenmiş ufak dekovillerle taşınıyordu. Dört beş mermi zaten hasarlı vinçin altına kadar getirilmiş ve hazır bekliyordu. Seyit, mermilerden birinin yanına geldi, dizlerini kırıp arkasını mermiye döndü. ‘Devir Ali gülleyi sırtıma’ dedi. Niğdeli Ali’nin de yardımı ile 215 kiloluk mermiyi sırtında belinin üzerine oturttu ve o sırada etkisinde olduğu hırsın, hiddetin, adrenalinin yardımı ve en çok da iman gücüyle doğrularak topun arkasına çıkan altı basamaklı merdivene yöneldi. Niğdeli’nin de arkadan desteği ile mermiyi topa çıkardı, kovana sürdü. Ali ile birlikte topun nişanlama çarklarını çevirerek 24’lük Krupp’u önlerinden geçmeye hazırlanan düşman gemisine çevirdiler ve ateşlediler. Mermi gemiye kadar gitmedi. Seyit hızla döndü, altı basmağı atlayarak indi ve ikinci mermiyi sırtladı. Bu kez biraz daha zorlanarak tekrar topun arkasına çıktı. Tekrar nişan aldılar. Ne Seyit ne de Niğdeli nişancı eğitimi almamışlardı. Bu nedenle ikinci mermiyi de isabet ettiremediler, geminin üzerinden aşırdılar. Gemi önlerinden geçip gitmek üzereydi. Ya şimdi vuracaklar ya sonsuza kadar hayıflanacaklardı. Seyit bir kez daha mermilerin yanına indi ve yine Ali’nin yardımı ile bir üçüncü mermiyi sırtladı. Altı basamağı çıkarken bu kez bacakları iyice titriyordu. İmanı ve öfkesi bedeni ile pençeleşirken topun arkasına vardı, mermiyi yerine sürdüler, bir daha nişan aldılar ve besmeleyle ateşlediler. Bu kez gemi isabet aldı. Vurulan gemi az sonra ön sıradaki diğer gemilerle beraber rotasını sancak tarafına çevirerek Anadolu kıyısına doğru döndü ve Rumeli Mecidiye Tabyası’ndan uzaklaşmaya başladı.


Bugün hangi gemiden atılan hangi merminin hangi tabyayı, hangi tabyadan atılan hangi merminin de hangi gemiyi vurduğu ile ilgili pek çok rivayet bulunuyor. Seyit’in attığı merminin de İngiliz gemilerinin birini batırdığı söylenir. Ancak bu iddiaların hiçbirini kanıtlayacak resmi kayıtlar mevcut değil. Bilinen şu ki, Türk toplarının nerede ise tamamının susması üzerine Müttefik donanmasının kumandanı Amiral de Robeck savaş gemilerinin geriye çekilip mayın temizleme teknelerinin ileri çıkmalarını emretti. Bunun üzerine bütün gemiler geri çekilmek üzere önce sancak taraflarına dönerek Anadolu kıyısına yaklaştılar ve oradan tekrar sağa dönerek daha geriye çekilmeye çalıştılar. İşte bu manevra sırasında, Nusret mayın gemisinin on gün önce Erenköy kıyılarına parallel olarak döşediği mayınlara çarpan gemilerden Bouvet, Irresistible ve Ocean battı, Inflexible, Gaulois ve Suffren ağır hasarlı olarak saf dışı kaldı. Bu altı gemiden hemen hepsi Rumeli yakasındaki Hamidiye, Rumeli Mecidiye ve Dardanos gibi tabyalardan açılan ateşle çok sayıda isabet almıştı. Ama hiçbiri boğazın Rumeli kıyısına yakın bir yerde batmayıp karşı kıyıya geçtiler ve yukarıda açıklandığı şekilde mayınlara çarparak saf dışı kaldılar.


Havranlı Seyit’in attığı merminin hangi gemiye isabet ettiği ve geminin bu isabet sonucu mu yoksa karşı kıyıda çarptığı mayın sonucu mu battığı kesin olarak belli değil. O gün yaşananlarla ilgili güvenilir kaynaklar o kadar az ki, gösterdiği olağanüstü gayret nedeni ile batarya komutanı tarafından onbaşılıkla ödüllendirilen Seyit’e savaş sonrası bir madalya verilip verilmediği bile kesin olarak bilinmiyor. Anlatılanlara göre Havranlı Seyit, Mustafa Kemal’in önerdiği gazi maaşını bile kabul etmemiş ve yaşamının geri kalan kısmını Balıkesir’in bugün adı Koca Seyit olarak değiştirilmiş olan köyünde ormandan odun kesip kömür yaparak, son yıllarını da bir zeytinyağı fabrikasında hammal olarak geçirmiş.


Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı cephelerinde, özelikle de Çanakkale’de, üstün cesaret ve kahramanlık gösteren Osmanlı ve İttifak Devletleri askerlerine Sultan Mehmed Reşad tarafından verilen bir askerî madalya vardır. İngilizler, yıldız şeklinde olması nedeni ile, bu madalyaya Gelibolu Yıldızı (Gallipoli Star) derler. Kuşkusuz, Seyit Onbaşı Gelibolu Yıldızı’nı en fazla hak eden kahramanlardan biri idi.









Gelibolu Yıldızı