Monday, April 25, 2016

"...ÖLMEYİ EMREDİYORUM..."

101 Yıl Önce Bugün (25 Nisan 1915)



Arıburnu ve civarında 25 Nisan 1915 günü sabaha karşı başlayan ANZAK saldırısı, o bölgeyi tutmakla görevli 27nci Alay’a bağlı çok az sayıda Türk askeri tarafından karşılandı. Saat 05:00 sıralarında çıkartmadan haberdar olan 19uncu Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal, derhal, o sırada Bigalı köyü civarında yedekte bekliyen 57nci Alay’la beraber çıkarma bölgesine yöneldi. Alay, Yaklaşık 4 saatlik zorlu bir yürüyüşten sonra Arıburnu’na bakan sırtlara ulaştı. Yarbay Kemal, 57inci Alay’ın dinlendirilmesi ve doyurulması emrini verdikten sonra yanında tümen doktoru, tümen komutanı ve yağveri ile yürüyerek muharebe alanını daha iyi görebileceği bir noktaya doğru ilerlemeye başladı.

O noktaya yaklaştığında, önündeki bayırdan yukarı doğru çıkan, saatlerdir düşmana direndikten sonra cephaneleri kalmadığı için geri çekilen erlerle karşılaşır. Bunlar, 27nci Alay’dan sağ kalan son askerlerdir. Yarbay Mustafa Kemal, erleri durdurur. ‘Cephaneniz kalmadıysa, süngünüz var’ der ve süngü taktırdığı askerleri tekrar Ege Denizi’ne doğru çevirip yere yatırır. Türk askerlerinin peşinden ilerlemekte olan ANZAK kuvvetleri, Türklerin direnmek üzere tekrar mevzilendiklerini görünce, onlar da durur ve siper kazmaya başlarlar. İşte, Birinci Dünya Savaşı’nın ve anavatanımızın kaderini değiştiren an o andır. Yarbay Mustafa Kemal ünlü emrini o sırada verir; “Sizlere taaruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum. Bizler burada ölünceye kadar kazanacağımız zaman zarfında arkadaki birliklerimiz buraya yetişerek yerimizi alacaktır”. Gerçekten de, o anı ‘kader değiştiren an’ olarak tanımlamak basit bir hamaset örneği değildir. Mustafa Kemal gibi askeri dehası ve liderlik yeteneği bu kadar üst düzeyde olan genç bir komutanın cephenin o noktasında ve o sırada bulunmuş olmasını ‘muharebenin kaderini etkileyen olay’ olarak niteleyen, İngiliz tarafıdır.

Arıburnu bölgesindeki mücadele sekiz ay sürdü. İki taraf da birbirini yarinden söküp atmak için defalarca hasmının üzerine atıldı. O sekiz ay boyunca göğüs göğüse, gırtlak gırtlağa onlarca boğuşma yaşandı. Bu arada, başka muharabelerde pek duyulmayan, ihtimal hiç görülmeyen, bir şey oldu. İki taraf askerleri arasında, birbirlerinin kahramanlıkları karşısında anlaşılması zor ama mümkün olan bir saygı gelişti. Bu saygının örneklerini, bu mücadele ile ilgili olarak her iki tarafdan askerlerin kaleme almış olduğu anılarda bulmak mümkün.

Sonuç olarak, iki taraf da binlerce kayıp verdi. Sekiz ay süren o korkunç boğuşma boyunca, zaman zaman ileri ve geri, kazanç ve kayıplar yaşanmasına ragmen, 25 Nisan günü oluşan savunma hattı hemen hemen hiç değişmedi.

Bu sabaha karşı (25 Nisan 2016) çok sayıda Avustralyalı ve Yeni Zelandalı, her sene yaptıkları gibi, Arıburnu’nda toplandılar. Çoğu dün geceyi orada geçirdi. Binlerce kilometre öteden gelip 101 yıl önce orada ölen dedelerini andılar. Oradaki törenleri izleyen az sayıda Türk de vardı. Ayrıca, 57nci Alay’ın cepheye ulaşmak için yaptığı cebri yürüyüşü anmak için, aynı güzergahta, çoğu Türk gençelerinden oluşan bir grup aynı yürüyüşü yaptı. Ama yine de, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı dostlarımız bir yenilgiden bu kadar onur çıkarırken, muzaffer taraf olarak Gelibolu savunmasını şu anda yaptığımızdan çok daha çoşkulu ve çok daha farkındalıkla kutlamamız gerektiğini düşünmeden edemiyorum. Tarihimizin bu sayfasına daha güçlü sahip çıkmamızın neden gerekli olduğunu en iyi anlatanın büyük ozan Mehmet Akif Ersoy olduğunu düşünüyorum.


Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe”desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
"Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.



Mehmet Akif Ersoy

Sunday, April 24, 2016

"TANRI YARDIMCIMIZ OLSUN"

24 Nisan 2015



Gelibolu’nun yaklaşık 65 kilometre güneybatısında, 1912’ye kadar Osmanlı yönetiminde kalmış bir Ege adası; Limni. Havanın açık olduğu günlerde kıyılarından bakıldığında Kuzeyde Semandirek adasını, Gökçeada’yı ve Gelibolu’nun güney ucunu, kuzeybatıda ise Bozcaada ve hemen arkasında Anadolu’nun en batı uzantısı Kazdağları’nı görmek mümkün. Tarih içinde üzerinde yaşamış medeniyetlerin izlerini hala taşıyan ada, bölgenin mitolojisinde de önemli bir yere sahip. Daha çok, tanrılar arasında geçen savaşlar nedeni ile tanınıyor. Efsaneye göre baş tanrı Zeus, karısı Hera ile kavga ederken, oğlu Hephaistos annesinin tarafını tutmuş, buna kızan Zeus da oğlanı Olimpus dağının tepesinden savurup Limni adasına fırlatmış. Limni’de kayalara çarpan Hephaistos’un iki ayağı sakat kalmış. Hephaistos, daha sonra diğer tanrılar ve kahramanlar için demirden silahlar ve zırhlar üreten ateşler tanrısı oldu.

Mitolojide yukarıda sözünü ettiğim hikayelerle tanınan Limni, 1915 yılının Nisan ayına geldiğimizde, daha başka bir nedenle tekrar ünlendi. O yılın 18 Mart’ında Çanakkale Boğazı’nın girişinde Osmanlı topçuları karşısında acı bir yenilgi yaşamış olan Müttefik Kuvvetleri, donanmalarını Limni adasının Mondros limanına geri çektiler ve bir taraftan bu beklenmedik yenilginin şaşkınlığını atmaya çalışırken bir taraftan da Osmanlı topraklarına tekrar saldırmak üzere hazırlanmaya başladılar.

24 Nisan 1915 günü, Büyük Biritanya’nın kara kuvvetleri ve onları çıkarma noktalarına taşıyacak olan askeri ve sivil gemilerde ve kıyıdaki geçici barınaklarda toplanmış olan Avustralya, Britanya, Yeni Zelanda, Kanada, Fransa, Hindistan ve Mısır’dan gelen onbinlerce asker harekat gününü bekliyor. O akşam güneş batarken, İngiliz donanmasına bağlı onlarca savaş gemisi ve bir o kadar da sivil nakliye teknesi Limni’nin Mondros limanından demir alarak kuzey Ege’ye açılıyor. Hedefin Gelibolu yarımadasının kuzey batı kıyısındaki Kabatepe ve civarı olduğunu sadece bir avuç yüksek rütbeli zabitan biliyor. Bu etkileyici armadanın bir parçası olan ‘Californian’ adlı nakliye gemisi Avustralya Imparatorluk Kuvvetlerinin 4üncü Sahra Sıhhıye ve 15inci Dekovil İşletme Taburunu taşıyor. Gemide, normal hayvan taşıma kapasitesi olan 500 at yanında, normal insan taşıma kapasitesi 70 iken 500 asker var. Bu askerler, Avustralya’dan geliyorlar ve her biri orduya gönüllü olarak katılmış. Hatta aralarında, bu savaşçılara katılabilmek için türlü hilelerle yaşlarını büyütmüş onsekiz yaşının altında delikanlılar bile var. Bu gönüllü askerler arasında bulunan 28 yaşındaki 2063 yaka numaralı İstihkam Başçavuşu William Dalton Lycett, geminin güvertesinden kaptan köşküne çıkan merdivenin kuytusunda, merdivenin alt başını aydınlatan lambanın altında otururuyor. Lycett, memleketi Melbourne’dan ayrılalı tam tamına dört ay olduğunu düşünüyor. Parkasının iç cebinden günlüğünü çıkartıyor ve ülkesinden ayrıldığından beri hemen her akşam yaptığı gibi o gün yaşadıklarını, güverte lambasının soluk ışığı altında, kaydetmeye başlıyor.


“24 Nisan 1915.   Dün, 18 Mart’da Çanakkale boğazında batan ‘Ocean’ ve ‘Irresistable’ zırhlılarından kurtulan yirmi kadar İngiliz deniz eri, bizleri gemilerden kıyıya kadar taşıyacak tonbaz tekneleri kullanmak üzere birliğe katıldılar.  Bu sabah 05:30’da kalk borusu çaldı. Limni’den kruvazörler ve diğer nakliye gemileri ile beraber ayrıldık. ‘Queen Elizabeth’ ile diğer altı kruvazörün yanlarında yedi destroyerle beraber limandan çıkışları görülmesi gereken ve unutulmayacak bir manzara idi. Bu satırları akşam 22:30 civarında yazıyorum. Komutan, bir saate kadar çıkarma bölgesine ulaşacağımızı söyledi….  Tanrı yardımcımız olsun.”


Aynı saatlerde Gelibolu yarımadasında ve Çanakkale Boğazı’nın Anadolu yakasında, Türk kuvvetleri düşmanın olası saldırısına karşı tetikte bekliyor. Saldırının nereden geleceği hala belli olmadığından ve bir çıkarma harekatı için hiç uygun olmayan bir kıyı şeridi özelliğinden dolayı Arıburnu sırtlarını çok az sayıda asker tutuyor. İşte tam da bu bölgede, Gelibolu yarımadasının Ege Denizi'ne bakan batı kıyısında, Kabatepe ile Küçükkemikli burnu arasındaki 10 kilometreye yakın sahil şeridini savunma ile görevlendirilmiş Türk birlikleri özellikle tedirgin. Saldırı belki bu gece, belki önümüzdeki hafta içinde her hangi bir akşam başlayabilir.

O gece, 5inci Osmanlı Ordusu, 3üncü Kolordu, 9uncu Tümen, 27nci Alay, 2nci Tabur, 4üncü Bölükte görevli Yüzbaşı Faik Bey, Kabatepe’nin 13 km kadar kuzeyinde Arıburnu sırtlarında görevli. Hava gündüzleri oldukça ılık olmakla beraber güneş battıktan sonra ortalık bayağı serinliyor. Ayrıca, iki gündür süren şiddetli rüzgar da geceyi olduğundan daha soğuk hissettitiyor. Yüzbaşı, karargah başçavuşu ile sahile hakim tepelerden birinde önünde uzanan karanlık denizi izliyor. Tümen komutanı, gönderdiği son emir ile, gözetleme postalarının sahilin hemen yüz metre gerisinde yükselmeye başlayan tepelerde yerleştirilmesini istemiş. Sık fundalıklarla kaplı yamaçta gözcü neferler ellişer metre aralı bir hat boyunca dizilmişler. Yüzbaşı, sağ tarafında uzanan hafif düzlüğün diğer ucundaki gözcülerden birinin yanık bir Anadolu türküsü tutturduğunu duyuyor. Nöbette türkü çığırmak, normal zamanda yüzbaşının hoş göreceği bir şey değil. Ama karanlığın içinden kulağına kadar erişen ezginin kendi yüreğini de kabarttığını hissediyor. Rüzgar hafiflemeye başlamış olmakla beraber, gecenin ayazı hala ısırıyor. Çankırılı gözcü er Hamza, parkasının yakasını kaldırmış türküsüne devam ediyor.



Cezayirdir koçyiğidin vatanı yar yar heeey,                                                   

Aramazlar gurbet elde yiteni yar yar hey, yiteniii…

Ak gülün üstüne güller biter miii?

Ağla anam ayrılığın günüdür, canlar hey heeey, Cezayiiir Cezayiiir…

Babuna da deli gönül babunaa, yar yar heeey..

Koç yiğitler sığmaz oldu kabına yar yar hey, kabınaaaa….

Gider oldum yarenlerim darıldı yar yar,

Gitme deyi yar boynuma sarıldı, yar yar aman, sarıldııı,

Bizim kısmet yad ellere verildi,

Kısmetimi veren Hüda kerimdir, canlar hey heey,  Cezayiir Cezayiir. 

Eğer anam öldüğümü duyarsa, yar yar amaan,

Top top edip saçlarını yolarsaaa, yar yar heey, yolarsaa,

‘Benim oğlum nerde’ diye sorarsaa,

‘O arkadan geliyor’ deyiverin, canlar hey heeey, Cezayiiir, Cezayiiir..

Yüzbaşı Faik Bey dürbünü ile gittikçe sakinleşen Ege Denizi’nin karanlık ufkunu tararken yakınındaki başçavuşun duyabileceği şekilde mırıldanıyor; “Tanrı yardımcımız olsun”…..

Cihan Koru

Saturday, April 23, 2016


GERGİN BEKLEYİŞ (23 Nisan 1915)


18 Mart’ta Çanakkale Boğazı’nın girişinde acı bir yenilgi tatmış olan Müttefik Kuvvetleri donanmalarını geri çekmişler ve bir taraftan yaralarını yalarken bir taraftan da Osmanlı mülküne tekrar saldırmak üzere hazırlıklarına devam ediyorlar. Büyük Biritanya’nın kara kuvvetleri ve onları Gelibolu’ya taşıyacak olan askeri ve sivil gemiler Limni Adası’nın Mondoros Limanı’nda toplanmış bekliyor.

Buna karşılık, Türk kuvvetleri de düşmanın olası saldırısına karşı savunmaya hazırlanıyor. İngiliz donanmasının Limni Adasın'da büyük bir hazırlık içinde olduğu biliniyor. Düşmanın saldıracağı kesin. Ancak, saldırının nereden geleceği, dolayısı ile sınırlı sayıdaki birliklerin nerede konuşlandırılması konusunda Osmanlı ordusunun üst düzey komutanları arasında görüş ayrılığı var. Çanakkale Boğazı ve Gelibolu Yarımadası’nın savunması ile görevli 5inci Ordu’nun başındaki Mareşal Otto Liman von Sanders, Müttefik kuvvetlerinin Saros körfezinin sonuna kadar ilerleyip, çıkartmaya oldukça uygun olan Bolayır, Kavak ve Kocadere köylerinin sahillerinden yükleneceklerini düşünüyor. Bu nedenle, Ecabat yakınında ihtiyat gücü olarak konuşlanmış olan 57nci piyade alayının sözkonusu bölgeye çekilmesini istiyor. 57nci alayın bağlı olduğu 19uncu fırkanın başında ise Yarbay Mustafa Kemal var. Mustafa Kemal, İngilizler’in boğazı daha kolay kontrol edebilme amacı ile hemen hemen Gelibolu yarımadasının tamamına hakim bir yükseklikte olan Kireç (Alçı) Tepe’yi hedef alacaklarını, bu nedenle Anafartalar köyü yakınlarında karaya çıkmak isteyeceklerini tahmin ediyor. Bu nedenle çeşitli bahaneler uydurarak 57nci alayı Ecabat yakınındaki Bigalı köyünde tutuyor.

Gelibolu yarımadasının Ege Denizi'ne bakan batı kıyısında, Kabatepe ile Küçükkemikli burnu arasındaki 10 kilometreye yakın sahil şeridini savunma ile görevlendirilmiş Türk birliklerinde de gergin bir bekleyiş var. Saldırı belki bu gece, belki önümüzdeki hafta içinde her hangi bir akşam başlayabilir. Gelibolu yarımadasındaki Türk birlikleri sıkıntılı fakat tetikte bekliyor.

Cihan Koru

 

Sunday, April 17, 2016

IT IS ALL FOR THE BIRDS

Istanbul’s newest bird observation tower erected by the Ministry of Forest and Water Management has started attracting birdwatchers and wildlife photographers.  Located on one of the hills on the European side of the Black Sea entrance of the Bosphorus, the tower presents an excellent vantage point to watch migrating birds on their semiannual journey from one continent to the other.

Below, a bird photographer aims at a winged migrating traveler.

 

Neither the photographers nor the watchers of birds want to miss this event. 
 
The access to the tower is free.  They even lend you binoculars, free of charge.